Auschwitz Toplama Kampı ve Kötülük Problemi Üzerine Farklı Bir Bakış

Geçen yıl Auschwitz Birkenau’yu görme fırsatı buldum. Auschwitz’te birçok kişinin bildiği gibi 2. Dünya Savaşı esnasında büyük bir soykırım gerçekleşti. Yaklaşık 1,5 milyon kişi bu imha kampında çeşitli şekillerde katledildi ya da öldü. Saatlerce süren gezi esnasında birçok binayı görme ve yaşanan olayları dinleme fırsatı buldum. İçeri girer girmez karşımıza bir kapı çıktı ve üzerinde Almanca “Arbeitmachtfrei” yani Türkçesi “Çalışmak sizi özgür kılar” yazıyordu. Her ne kadar bu yazı çalışmaya zorladıkları insanlardan maksimum verim almak için yazılsa da, ya da bir çeşit çalışmaya teşvik edici bir söz gibi algılansa da, aslında “özgür olmak” ile kastedilenin “ölüm” olduğunu bir zaman sonra anladık.

Auschwitz 1’i gezerken o dönemden kalan ilk resimler dikkatimizi çekti. İnsanların trenlerle nasıl bu alanlara getirildikleri ve ayrımların nasıl yapıldığı görülüyordu bu resimlerde. Ayrımlar çalışabilecek olanlar ve olmayanlar olmak üzere iki şekilde yapılmıştı. Özellikle bir resimde yaşlı kişilerin diğerlerinden nasıl ayrı tutuldukları dikkatimi çekmişti. Bu şu demekti: “İşe yaramazlar!” Bir kişinin işe yaramaması, bu kamplarda artık o kişinin yaşaması için herhangi bir nedenin olmadığı anlamına geliyordu. Sadece yaşlılar değil, hamile kadınlardan, 14 yaş altı çocuklara ve engellilere kadar geniş bir yelpazede sınıflanan kişiler öldürülüyorlardı.

Hastalar, yaşlılar ve iş temposuna ayak uyduramayanlar yukarıda bahsettiğim nedenden ötürü “seçilerek” gazla, enjeksiyon ile veya vurularak öldürülüyordu. Kimileri ise, insanın kanını donduran sözde bilimsel deneylerde kobay olarak kullanılmak üzere seçiliyor, çok sıklıkla da hayatını kaybediyordu. Bu sözde bilimsel deneyler – ki bunlara deney yerine işkence denilirse daha uygun tanımlanmış olur – kimi zaman yeni doğmuş ikiz, üçüzlere uygulanıyor ve saatler süren ağrı ve acı verici işkencelerden sonra çocuklar kalplerine enjekte edilen sıvılar ile katlediliyorlardı. Hamile kadınlar üzerinde, onları kısırlaştırma vb. amacı ile insanlık dışı işkenceler uygulanıyordu. Bu kadınlar maalesef bu tür deneylerden (işkencelerden) canlı çıkamıyorlardı.

Hem Auschwitz 1, hem de Auschwitz 2’yi gezerken gaz odalarının içerisine de girdik. Bu gaz odaları iki bölümden oluşuyordu: Gaz odası ve fırın odaları. İnsanlar -yukarıda da bahsettiğim nedenleri de kapsayacak şekilde- bu gaz odalarında önce öldürülüyorlardı. Gaz kullanmalarının nedeni ise gazın silaha göre daha ucuz bir imha silahı olmasıydı. Bu nedenle Naziler, büyük kısmı Yahudiler olmak üzere savaş suçlusu olarak da mahkûm ettikleri kişiler üzerinde ne kadar gaz kullanmaları gerektiğine ilişkin deneyler yapmışlardı. Kullanılan gaz miktarı ve süresi ile ölümün ne zaman gerçekleştiği tespit edilmiş ve sonraki dönemler için bunlar kullanılmıştı. Gaz odalarında öldürülen insanlar sonrasında tabir-i caizse arkada delil bırakılmaması açısından diğer taraftaki fırın odalarında yakılarak kül haline getirilmişti.

Şimdiye kadar anlattıklarım yaşananların çok ama çok küçük bir kısmı. Ne yazık ki insanlık tarihinin en utanç verici, insanın zalimliğinin ve kötülüğünün en üst seviyeye ulaştığı yerlerden birisidir Auschwitz kampları. Bunun bir sonucu olarak, insanlar bu kadar zalimliğin ve kötülüğün içerisinde Tanrı’nın var olmasının imkânsız olduğunu düşünmüşler ve “Seven bir Tanrı nasıl olur da bu zalimliklere izin verir” diye sorgulamaya başlamışlardır. Bu düşünce, ‘Auschwitz vardır, dolayısıyla Tanrı var olamaz‘ diyen Primo Levi’nin sözlerinde çarpıcı şekilde özetlenmiştir.

Felsefi anlamda da uzun yıllar bu konu tartışılmıştır. Kötülük problemi olarak adlandırılan bu soruna tarih boyunca birçok filozof cevap vermeye çalışmıştır. Fakat ben “kötülük problemi” olarak adlandırılan bu sorunu farklı bir açıdan ele almak ve insanlığın bu konudaki durumuna dikkat çekmek istiyorum. Cevap aramaya çalışacağım iki soru olacaktır. Bunlardan biri “Dünyada neden kötülük var?” diğeri ise, “Var olan bu kötülük karşısında insanın tutumu nasıl olmalıdır?”

Neden Kötülük var?

Francis Schaeffer’ın da belirttiği gibi insanın zalimliğinin bir çıkış noktası olmalıdır. İnsanın iç varlığında kötülük üretimi yapan bir sistem var gibidir. Hiç kimse tam anlamıyla doğru değildir. Kıskançlık, yalan, fesatlık, iftira, göz dikme, kin, nefret vs. insan yaşamında meyve vermektedir. İnsanın her ne kadar asil bir tarafı olsa da aynı şekilde zalim bir tarafı da vardır. Bu nedenle şu sorunun cevaplanması gerekir: “İnsan böyle mi yaratıldı?” (1) Eğer sadece bir imtihan içerisindeysek ve aynı bu şekilde yaratılmışsak, o zaman içimizdeki zalimliğin kaynağı da bizi yaratan olmaktadır. Francis Schaeffer bu konuya ilişkin şunları söyler:

Eğer insan kişisel-sınırsız bir Tanrı tarafından yaratıldıysa, insanı zalim yaratan Tanrı’nın kendisinin de kötü ve zalim olacağı sonucundan nasıl kaçacağız? Bu noktada Fransız düşünürler Charles Baudelaire ve Albert Camus sahneye girer. Ünlü bir sanat tarihçisi ve büyük bir düşünür olan Baudelaire’in bilindik bir sözü vardır: “Eğer bir Tanrı varsa bu Şeytan’dır.” Kutsal Kitap’a inanan Hristiyanlar ilk başta bu cümleye olumsuz tepki verebilirler. Ancak gerçek Hristiyan biraz düşündükten sonra Baudelaire ile hem fikir olacaktır. Eğer insanın şu anda olduğu şey ile her zaman olduğu şey arasında kesintisiz bir çizgi varsa, o halde eğer Tanrı varsa şeytandır. Hristiyanlar olarak Baudelaire’den kesinlikle ayrılmakla birlikte, bu dayanak noktasından hareket edersek bu sonuca varırız. (2)

Bu bizi konu ile ilgili tek tutarlı yanıta doğru götürecektir. Eğer kötülük varsa ve kişisel-sınırsız bir Tanrı’dan bahsediyorsak ve bu Tanrı iyi ise o zaman insanın bugünkü durumu ilk durumundan farklı olmalıdır. Yani bir kırılma, yabancılaşma anı olmalıdır. Hristiyan inancı ya da dünya görüşü bunu “düşüş” olarak tanımlar. Âdem ve Havva’nın yasak olanı yapıp, Tanrı’ya başkaldırdıklarında yaşanan şeydir “yabancılaşma”. Hristiyan inancına göre, ilk günahtan sonra insan doğasında yozlaşma ve yabancılaşma meydana gelmiştir. Tanrı insanı “iyi” hatta “çok iyi” olarak yaratmasına rağmen, insan ona karşı gelmiş ve kendi doğasındaki ahlaki yozlaşmayı başlatmıştır. Kötülük bu yüzden Tanrı’nın değil, insan kararının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

O halde kötülüğün kaynağına ilişkin elimizde tutarlı bir cevap vardır. Bu cevap bize tarihte yaşanan bir anomalinin varlığına işaret eder. İnsan kendi kendisini bu değişime dâhil etmiştir. Bu cevap da bizi diğer bir soruya yönlendirir: “Kötülükten bana ne?
Devam edecek…

Dipnotlar:
1) Kişisel bir yaratıcı kabulü nedeniyle amaçlı bir şekilde yaratıldığı ifade edilmiştir.
2) Francis Schaeffer, O Burada ve Sessiz Değil! , Kurtuluş Kitapları, 2008, sayfa 39-40                                                                                                                                  Yeşua Özçelik

Tartışmaya katılın

Yazarın Diğer Makaleleri

Merak Uyandıran Gökyüzü

Tarih boyunca insanoğlunun en çok merak ettiği sorulardan ikisi sanırım şunlardır: Bu evrende yalnız mıyız? Dünya dışında bizimkine benzer şekilde yaşam olasılığının var olduğu bir başka gezegen var mı? Aydınlanma döneminin önemli düşünürlerinden...

Alım Gücünün Ötesi (Devam)

Manevi zenginlik öncelikle kişinin kendisini fark etmesinden geçer. Antik bilgelerin “kendini bil” düsturunda olduğu gibi insanın kendisini tanıması, neye sahip olup olmadığının bilincine varması önemlidir. İşte bu noktada insana dair kabullerimiz...

Alım Gücünün Ötesi

Malum bugünlerde ekonomi uzmanlarının vurgu yaptığı en önemli noktalardan birisi insanların alım gücü meselesidir. Bir kişinin maaşı artabilir; fakat alım gücü düşebilir. Bu da ülkenin ekonomisinin gidişatına bağlıdır. Alım gücü sahip olduğumuz...

FideCultura

Son eklenenler