“Benim Adım Kadın”, Banu Çelik tarafından kaleme alınmış, 2004 yılı Haberci Yayınlarından çıkan “bir kadın” kitabı. Kadın deyince, belki birçok okuyucunun klişe cümlelere rast gelmekten korkarak biraz geri duracağı bir isim taşıyor kitap ve sanki Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” kitabına bir gönderme yapar gibi duruyor. Klişeleşmiş birçok ifadenin ise bambaşka bir boyuta geldiğini, okuyucu daha başından bu küçük; ama değerli rehberle çoktan fark ediyor.
Kitap aslında kadının yerinin Hristiyan inancında nerede durduğuna dair mini bir araştırma niteliğinde. Kutsal Kitap (Tevrat-Zebur-İncil) içinde, sırasıyla ve böylelikle geçmişten günümüze bir yolculuk içinde aktarıyor Çelik kadının yerini.
Çelik, ilk olarak, yaratılışa, özellikle kadının erkekten yaratılma bölümüne dikkatleri çektiğinde, “Sonra ‘Adem’in yalnız olması iyi değil’ dedi, ‘Ona uygun bir yardımcı yaratacağım!’ ” (s.12) Tanrı’nın kadın için kullandığı “yardımcı” sözcüğü üzerinde duruyor. Kadının, erkekten aşağıda ya da üstünde bir yerde değil, ama Tanrı’nın yardımını ifade ettiği gibi bir değerde olduğunu alıntılarla sabitliyor.
“Yardımcı sözcüğü Kutsal Kitap’ın yazıldığı dil olan İbranicede ezer sözcüğüdür. Bu ayette ‘yardımcı yaratacağım’ ifadesiyle ‘bir ezer yaratacağım’ kastedilir. Ezer kelimesinin Kutsal Kitap’ta diğer kullanılış yerlerine bakarsak tam olarak Tanrı’nın ne demek istediğini anlayabiliriz
-Babamın Tanrısı bana yardım etti… (Mısırdan Çıkış 18:4)
-Yardım göndersin sana kutsal yerden. (Mezmurlar 20:2)
-Umudumuz Rab’dedir, yardımcımız, kalkanımız O’dur ((Mezmurlar 33:20)
-Gözlerimi dağlara kaldırıyorum, nereden yardım gelecek? (Mezmurlar121:1)
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Dikkat ederseniz hep Tanrı’nın yardımı konusunda kullanılan bir ifadedir bu. Tanrı kadını yaratırken yardımcı sözcüğüyle erkeğe güç veren, her konuda onu destekleyen, güç anlarında ona yardım eden bir yardımcı olmasını istedi. Kendisi insanlara nasıl yardım ediyorsa kadının da erkeğe öyle yardım etmesini istedi. O erkeğe bir yardımcı yarattı, köle değil. ”(s.13-14)
Fakat günahla birlikte insanın Tanrı’yla ve insanla olan ilişkisinin bozulması, günümüzde de her seferinde hayretle karşılaşacağımız sonuçlarını doğurmakta devam ettiğini de satırlarına ekliyor yazar. Ayrıca Tanrı’nın o benzersiz tasarısının içinde kadının soyundan gelecek olan Mesih’in varlığı henüz insanlık içinde belirmemişken, kadını kendi işleri ve planları doğrultusunda kullanmaya devam eden bir Tanrı’yı da, Eski Ahit (Tevrat-Zebur) döneminde yaşamış iman kadınlarını, kadın önderleri ve hakimlerini tek tek işaret ederek açıklıyor.
Kitap İncil bölümüne geldiğindeyse, daha da sarsıcı alıntılarla karşı karşıya bırakıyor okuyucuyu.
İncil’den İsa Mesih’in bir kuyunun başına su çekmeye gelen Samiriyeli –ki o dönemde Yahudilerin Samiriyelilerle işi olmazdı- üstelik bir kadınla yaptığı konuşmayı alıntılayan Çelik, insan doğamızın çok ötesinde bir tutumu yine anlamlı sözlerle pekiştiriyor.
“…Öğle güneşi altında su çekmeye gelmesi diğer kadınların onu aralarına almamasındandı. Diğer kadınlar muhtemelen akşamüstü topluca su almaya gelirken bu kadıncağız güneşin en yoğun olduğu öğle vakti su çekmeye geliyordu. Çünkü kendisini kötü bir kadın olarak görüyorlardı. Aslında bugüne bakarsak böyle bir durum bugün de vardır. Beş kocaya varmıştı ve şimdi yaşadığı adam da kocası değildi. Siz olsaydınız geleneksel toplum kuralları içinde bu kadınla aynı yerde bulunmak ister miydiniz? İsa Mesih’in cevabı “evet” oldu. O’nun merhameti ve sevgisi, bu kadına verdiği değer, hiçbir toplum kuralını dinlemez. O’nun değer yargıları bizim kurallarımızın çok üstündedir.” (s.30-31)
Banu Çelik bu kadarla da kalmıyor elbet kitabında. İsa Mesih sonrası kilise döneminde de, günümüz Hristiyanları içinde de kadının yerini özenle açıklamaya devam ediyor. Kitabın adını da aldığı son bölüm ise, bir kadın olarak yaşanabilecek değersizliği, hor görülmeyi, haksızlığı, bir çokları için bilindik ve acı dolu öz yaşam öyküsü ile “benim adın kadın”ın dilinden aktarıyor.
“Babamı göz önüne aldığımda Tanrı’nın benden nefret ettiğini düşünüyordum. Böylece yirmi iki yaşıma kadar materyalist ve ateist olarak yaşadım. Babam ve ağabeylerim de dahil hayatıma giren bütün erkekler bana sadece yük ve acı oldu. Hayat bütün boşluğu ve anlamsızlığıyla beni bunaltmıştı. Sevgisizlik ve hayal kırıklıklarım beni öylesine yıpratmıştı ki ruhsal olarak bir uçurumun kenarında buldum kendimi. Mutsuzluk, yalnızlık, ruhsuz maddecilik ve ümitsizlik içinde kalakalmıştım. Kaybolmuştum ve ne yapacağımı bilmiyordum. Delirmekten ve intihar etmekten korkuyordum.”(s.55-56
“İsa Mesih’e iman ettiğim zaman hayatıma giren erkeklerin hepsini bağışladım. Çünkü İsa Mesih insan ve erkek olarak harika bir örnekti. O’na baktığımda bağışlanmaktan ve bağışlamaktan başka bir ihtiyacımız olmadığını görüyorum. Tanrı’dan almadıkça insanın insana verebileceği hiçbir şey yok. Bu nedenle birbirimizden fazla bir şey beklemeyelim. Günah içindeki insanlık doğal olan şeyleri, yani kötülüğü, değersizliği ve şiddeti yaşamakta. Bunların tam tersi İsa Mesih’tedir: Şefkat, iyilik ve sevgi…” (s.59)
Bu kitapla birlikte, adını belki de kendi adınızla tamamlayacağınız “o kadın”la yüzleşmeye hazır olun!
Serda Ayık Sez