Sadece ‘Beynimden’ İbaret Miyim? – Kitap Değerlendirmesi*

Bilinç denilince zihninizde oluşan resim nedir? İşte aslında bilinç konusu da kısmen bu içsel düşünüşümüz, farkındalığımız ile alakalıdır. Bilinç için şu tanım kullanılabilir: bizlerin öznel düşüncelerinin, duygularının, deneyimlerinin ve arzularının var olmasının sonucu olarak zihnin bir niteliğidir (s. 11).  Bununla birlikte bilincin mahiyetinin gizemli olması nedeniyle geniş bir araştırma ve çalışma literatürüne sahiptir. Sanırım bu konuda yazılan hem akademik hem de popüler bilim kitaplarındaki sayfa sayısı da bunun bir göstergesidir.

Sharon Dirckx’ün inceleyeceğimiz bu kitabı her ne kadar kısa ve öz bir kitap olsa da bu alanda başarılı bir giriş kitabı niteliğindedir. Özellikle bilinç konusunda ileri sürülen temel yaklaşımları kısaca dile getirmekte, bilincin fiziksel olarak beyine indirgenip indirgenmeyeceğini ele almakta ve devamında bilinç ile ilişkili konuları –örneğin özgür irade, inancın doğası vb.– tartışmaktadır. Kitap nitelik açısından oldukça başarılı olmakla birlikte kullandığı dilin sade, akıcı ve anlaşılır olması da kitabın etkileyici özelliklerinden sayılabilir.

Günümüzde yapay zekâ teknolojisinin gelişmesiyle “Acaba robotlar bilinç sahibi olabilir mi?” sorusu özellikle gelişmiş ülkelerde gündemdeki konulardan birisidir. Ben de bu kısa yazıda ilk olarak kitabın bilinci ve onun temelinde insanın doğasını ele alan ilk birkaç bölümünü değerlendirmek ve kısaca size tanıtmak istiyorum.

Öncelikle şunu söylemem gerekir ki kanımca kitabın en iyi yönlerinden birisi girişte bir sözlük ile başlamasıdır (s.11-12). Çünkü genellikle bu tür tartışmalarda birçok mesele bir çeşit kavram karmaşası nedeniyle yaşanmaktadır. Her ne kadar bilinci tarif etmek çok kolay olmasa da bu konuda dile getirilen kavramları netleştirmek sağlıklı ve tutarlı bir düşünce geliştirmek açısından oldukça önemlidir.

İlk bölüm genel olarak beyin araştırmalarının çok kısa bir tarihçesini sunmakta ve bilinci de ilgilendiren bir şekilde kullanılan ya da uygulanan tekniklerden bahsetmektedir (s.13-29). Örneğin, beyin görüntüleme teknolojisinin olmadığı dönemlerde ilgili araştırmalar daha çok ölümlerinden sonra kendilerini bir kadavra olarak bağışlayan kişilerin anatomik olarak beyinleri üzerinde yapılan teknik çalışmalar ile yürütülürdü. Görüntüleme teknolojisinin gelişmesi ile birlikte önce MRI (Türkçesi, MRG: Manyetik Rezonans Görüntüleme) sonrasında ise fMRI (Türkçesi fMRG: Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme) vasıtasıyla özellikle beyin araştırma çalışmaları çok büyük bir ivme kazandı. Eğer nedir bu MRI ve fMRI diye soracak olursanız, şöyle izah edilebilir: “Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) beyin anatomisini mükemmel bir uzaysal çözünürlükle ortaya koyan, temel ve klinik incelemelerde yaygın olarak kullanılan bir tekniktir. MRI’nın özel bir yazılım uygulaması olan fonksiyonel MRI (fMRI) ile beynin yüksek uzaysal çözünürlükle haritalanması mümkün olabilmektedir.”[1] Özellikle fMRI teknolojisi aracılığıyla belirli koşullar altında beynin hangi bölgesinin çalıştığı, aktif olduğu ve tepki gösterdiği görüntülenebilmektedir.

Kitabımız beyin ile ilgili kısa tarihçenin ardından bu kez ruh konsepti ile ilgili kısa bir tarihçe sunmakta ve farklı ruh anlayışlarını dile getirmektedir. Bunlar arasında tarih sahnesinde belli bir dönem baskın olan iki yaklaşım vardır. Bunlar insanın ya tamamen fiziksel bir cevherden oluştuğunu söyleyen görüş ile insan ruhunun tamamen insan bedeninden ayrı bir varoluşa sahip olduğunu söyleyen görüştür. Bir tarafta bilinci yok sayan bir görüş vardır. Bunlar bir tür indirgemeci yaklaşım benimser. Diğer tarafta ise bilinci tümüyle maddeden ayrıştıran görüş vardır ki bu da farklı isimler ile tanımlanmıştır.[2] Yazarımız ise sadece bu iki seçenek arasında sıkışıp kalmadığımızı ve yalnızca bu iki seçeneğin sunulmasını bir tür false dichotomy yani hatalı ikilem olarak adlandırmakta, bunların dışında da seçeneklerimiz olduğu vurgusunu yapmaktadır. Buna örnek olarak da önemli Hristiyan ortaçağ filozoflarından birisi olan Thomas Aquinas’ın bütünselci geleneğine dayalı olan bir yaklaşım olan Thomistik anlayış gösterilmektedir.[3] Aquinas’a göre, ruh hareket etmesi için bedeni eyleme geçirir, fakat kendi gelişimi için de bedene ihtiyaç duyar (s. 35-36).

Yazarımız üçüncü bölümde yukarıda bahsetmiş olduğumuz hatalı ikilemdeki ilk seçeneği ele almakta ve zihin felsefesinde önemli isimlerden birisi olan John Searle’ün “Çince Odası Deneyi”nden[4] bahsederek insan yapımı makine ile insan bilinci arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Sonrasında ise daha önceki bölümlerde bahsedilen bilinci, beynin kendisine indirgemeye çalışan (bilincin bir yanılsama olduğunu ya da tamamıyla beyinle ilgili süreçlere indirgenebileceğini söyleyen) yaklaşımları değerlendirmektedir. Bu kısımda verilen “Mary’nin Odası”[5] örneğinin ise çok güçlü bir argüman olmadığını söylemem gerekir.[6]

Zihin felsefesinde bilince ilişkin en yaygın söylemlerden birisi durumlardan nesnel bir şekilde üçüncü şahıs olarak değil; ama öznel bir şekilde birinci şahıs olarak bahsetmemizdir. Yazarımız bu konuda güzel bir örnek verir: Bu örnekte bir konserden dönen ve onun hakkında size heyecanlı bir şekilde bilgi veren bir arkadaşınız vardır. Konserdeki birçok unsurdan –atmosfer, ışıklar, söylenen parçalar vs.– size bahsetmektedir. Merak etmişsinizdir ve gider bu konser hakkında bir değerlendirme haberi okursunuz. Fakat bu orada bu konseri sizin yaşamanız gibi değildir. Bu analoji bilinç ile ilgili çalışmalara da uygulanıp bilim insanlarının bilinç konusundaki çalışmalarının tıpkı bir konser hakkında değerlendirme yazıları okuyarak olguyu anlamaya çalışmasına benzetmektedir. Bilimsel yöntem üçüncü şahıs gözlemleri sunarken, bilinçli tecrübe birinci şahıs olarak deneyimler (s.45).

Bu noktada elemeci maddecilik[7] görüşünü savunan felsefecilerden biri olan Daniel Dennett’in birinci şahıs ifadelerinden hareketle bu yaklaşımın tutarsızlığı güzel bir şekilde dile getirilmektedir (s. 53). Şöyle ki Dennett popüler sözlerinden birisinde “There’s nothing I like less than bad arguments for a view I hold dear”[8] der. Bilince dair elemeci görüşü ile tutarlı bir bağlamda Dennett’e şunu söylememiz gerekirdi: “Dennett bey, sanırım bir yanılsama yaşıyorsunuz.”

Bu yazıda ele alacağım son bölüm olan dördüncü bölümde ise yazarımız bu kez bir makineden fazlası olup olmadığımız sorusunu ele alıp ontolojik olarak insanın mekanik bir sistemden daha fazlası olduğuna işaret eden durumları dile getirmektedir (55-74). Bilhassa bitkisel hayata girmiş olan hastalar üzerinde yapılan çalışmalar da bilincin özerkliğine işaret eden durumlar söz konusudur. Tabii burada cevher düalizmi açısından yapılan ayrım önemlidir çünkü bilincin beyin ile – her ne kadar iki ayrı cevher olsa da- yakından ilişkili olduğu belirtilmektedir. Bununla birlikte bilincin beyine indirgenip indirgenemeyeceğine ilişkin konuda çokça konuşulan argümanlardan birisi olan Ölüme Yakın Deneyimler (NDE: Near Death Experince) tartışılmakta ve bunun bilince dair bize nasıl bir bilgi verebileceği irdelenmektedir.

Bilinç konusundaki en ilginç yaklaşımlardan birisi de zor problemi çözme iddiasında olan panpsychism görüşüdür. Grekçe tüm anlamına gelen pan ön eki ve ruh anlamına gelen psyche eklerinden oluşmakta ve temelde evrendeki her bir şeyde belirli bir derecede bilinç olduğunu iddia etmektedir (s. 66). Böylelikle bilinç gibi gizemli bir cevherin nasıl ortaya çıktığı probleminden bir şekilde kaçınılmış gibi gözükmektedir. Burada göze çarpan noktalardan birisi, kitabın kısa ve öz yapısı her ne kadar giriş kitabı tadında okuyucuyu sıkmadan bilgilendirici bir nitelikte olsa da maalesef bilinç meselesindeki yaklaşımların yer yer tatmin edici şekilde değerlendirilmesinin önüne geçmiştir.[9]

Bilinç konusu her ne kadar bazı düşünürler tarafından gizeminin ortadan kaldırıldığı ve tümüyle açıklandığı söylense de eldeki veriler ve ortak kanı onun hala gizemini koruduğunu –ve hatta korumaya devam edeceğini- söylemektedir. Aslında incelediğimiz bu kitap çeşitli konulardaki farklı, gizemli hususları ve bazı yaklaşımlardaki tutarsız açıklamaları ortaya koyarak bunu göstermektedir. Kısa ve öz bir şekilde bu konuyla ilgilenenler için harika bir kaynak metin olma özelliğine sahip olan bu kitabı şiddetle tavsiye ederim.

Yeşua Özçelik

Kaynaklar:

Hakkı Muammer Karakaş, Kognitif Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntülemenin Teori ve Uygulamasıhttps://www.journalagent.com/kpd/pdfs/KPD_5_3_139_144.pdf

John R. Searle, Akıllar, Beyinler ve Bilim, çev. Kemal Bek. İstanbul: Say Yayınları, 2005.

Paul M. Churchland, Madde ve Bilinç, çev. Berkay Ersöz. İstanbul: Alfa Yayınları, 2012.

Sharon Dirckx, Am I just my brain, The Good Book Company, 2019.

Dipnotlar:
* Sharon Dirckx’ün “Am I Just My Brain” adlı kitabı üzerine bir değerlendirme.
[1] Hakkı Muammer Karakaş, Kognitif Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntülemenin Teori ve Uygulaması, https://www.journalagent.com/kpd/pdfs/KPD_5_3_139_144.pdf
[2] Örneğin, Gilbert Ryle, Descartes’in Kartezyen düalist anlayışını makinedeki hayalet ifadesi ile tasvir etmiştir.
[3] Bu günümüzde cevher düalizmi şeklinde adlandırılmaktadır. Cevher düalizmi, iki ayrı cevherin zihin-beyin ilişkisini karakterize ettiğini söyleyen görüştür (s. 12).
[4] Searle bu deneyi şöyle izah etmektedir: “Bir odada kilitli olduğunuzu düşünün; odada, üzerlerinde Çince tabelalar bulunan sepetler olsun. Tek kelime Çince anlamadığınızı hayâl edin; ama elinizde, Çince tabelaları İngilizce olarak açıklayan bir kural kitabı bulunsun. Kurallar Çince’yi tamamen biçimsel olarak, yani sözdizimlerine uygun olarak açıklar, anlamlarına göre değil… Kural şunu söyleyebilir: “Bir numaralı sepetten filanca tabelayı al ve iki numaralı sepetten aldığın falanca tabelanın yanına koy”. Şimdi odaya başka Çince simgelerin de getirildiğini ve size Çince simgelerin odanın dışına çıkarmak için, başka kurallar da verildiğini farz edin. Odaya getirilen ve sizin tarafınızdan bilinmeyen simgelerin oda dışındakilerce “soru” diye; sizin odanın dışına çıkarmanız istenen simgelerinse “soruların cevabı” diye adlandırıldığını düşünün. Dahası, bu programı yazanlar da, bu simgeleri işleten siz de çok ustasınız; verdiğiniz cevaplar, anadili Çince olan birininki kadar kusursuz. Siz kilitli odanın içinde kendi simgelerinizi karıştırıyorsunuz ve gelen Çince simgelere cevaben en uygun Çince simgeleri dışarı veriyorsunuz.” Kaynak: Searle, Akıllar, Beyinler ve Bilim, s. 40.
[5] Bu deney şöyle izah edilebilir: “Mary adında parlak bir nörolog düşünün. Mary siyah-beyaz bir odada yaşıyor, sadece siyah-beyaz kitapları okuyor ve monitörü sadece siyah-beyaz gösteriyor. Kendisi renkleri daha önce hiç görmemiş olmasına rağmen, Mary renk görüş uzmanı; renk fizyolojisi ve biyolojisi ile alakalı keşfedilen her bilgiden haberdar. Farklı ışık dalga boylarının, retinadaki üç farklı koni hücrelerini ne şekilde uyardıklarını ve elektrik sinyallerinin göz sinirlerinden beyne nasıl iletildiklerini biliyor. Orada, insanların algılayabileceği milyonlarca renge tekabül eden sinirsel hareket örüntüsü oluştururlar. Bir gün, Mary’nin bilgisayarının bozulup elmayı renkli gösterdiğini düşünün. Hayatında ilk defa, yıllardır bildiği bir şeyi deneyim edinme imkânı buluyor. Yeni bir şey öğrendi mi? Renk üzerine edindiği fizik bilgisi, rengi algılamasında yeterli olmaz mı? Filozof Frank Jackson, Mary’nin odası isimli bu düşünce deneyini 1982’de ortaya attı. Jackson, Mary renk fizyolojisine tamamen hâkim olsa da, ilk defa rengi görmesinin ona yeni bilgiler kattığını ve algı gibi bilinçsel öğrenimin, tamamen fizik bilgisi ile kapanmayacağını öne sürdü. Bu düşünce deneyi, filozofların sadece bilinçli deneyim ile elde edilebilecek soyut varlıklar ve bilgilerin var olduğunu öne sürdükleri bilgi argümanı ile örtüşüyor. Bilgi argümanı, ruh hali dâhil her şeyin fiziksel bir açıklaması olduğunu öne süren fizikalizm teorisi ile ters düşüyor.” Kaynak: Elanor Nelsen, Mary’nin Odası: Felsefi bir düşünce deneyi, TED Konuşması, https://www.ted.com/talks/eleanor_nelsen_mary_s_room_a_philosophical_thought_experiment?utm_campaign=tedspread&utm_medium=referral&utm_source=tedcomshare
[6] Bu konudaki güçlü eleştirilerden birisi için bknz. Paul M. Churchland, Madde ve Bilinç, s.
[7] Ya da eleyici maddecilik olarak adlandırılan bu görüşe göre zihnimizin genel sağduyu anlayışı derinden hatalıdır. Sağduyu ile varsaydığımız zihinsel durumlarımız aslında mevcut değildir.  Bknz. Ramsey, William, “Eliminative Materialism”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Spring 2019 Edition), Edward N. Zalta (ed.), URL = https://plato.stanford.edu/archives/spr2019/entries/materialism-eliminative
[8] İçtenlikle inandığım bir görüşe dair kötü argümanlardan daha az sevdiğim hiçbir şey yoktur.
[9] Panpsychism görüşünün güçlü bir eleştirisi için bknz. J. P. Moreland, Chad Meister ve Khaldun A. Sweis, Debating Christian Theism, Oxford University Press, s. 119-130

Tartışmaya katılın

Yazarın Diğer Makaleleri

Merak Uyandıran Gökyüzü

Tarih boyunca insanoğlunun en çok merak ettiği sorulardan ikisi sanırım şunlardır: Bu evrende yalnız mıyız? Dünya dışında bizimkine benzer şekilde yaşam olasılığının var olduğu bir başka gezegen var mı? Aydınlanma döneminin önemli düşünürlerinden...

Alım Gücünün Ötesi (Devam)

Manevi zenginlik öncelikle kişinin kendisini fark etmesinden geçer. Antik bilgelerin “kendini bil” düsturunda olduğu gibi insanın kendisini tanıması, neye sahip olup olmadığının bilincine varması önemlidir. İşte bu noktada insana dair kabullerimiz...

Alım Gücünün Ötesi

Malum bugünlerde ekonomi uzmanlarının vurgu yaptığı en önemli noktalardan birisi insanların alım gücü meselesidir. Bir kişinin maaşı artabilir; fakat alım gücü düşebilir. Bu da ülkenin ekonomisinin gidişatına bağlıdır. Alım gücü sahip olduğumuz...

FideCultura

Son eklenenler