Türkçe’ye “Gün Batımı Sınırı” olarak çevirebileceğimiz film, Cormac McCarthy’in oyunundan yine Cormac McCarthy tarafından 2011 yılında sinemaya uyarlanmış. Tommy Lee Jones filmin yönetmenliğini yaparken aynı zamanda Samuel L. Jackson ile baş rolleri de paylaşmış. İki farklı inanca sahip insanın varoluşsal sorularla birbirlerine meydan okumasını konu alan film, seyirciyi mutluluk, acı, kader, ölüm, yaşam, Tanrı konuları üzerinde oldukça sıra dışı bir sohbete davet eder.
Tren istasyonu görevlisi zenci adamın intiharın eşiğinden kurtardığı beyaz adamı hayatın anlamı ve değeri hakkında ikna etmeye çalışması üzerine döner tüm senaryo. Acıyı insan için zıt bir durum olarak gören beyaz adam, insanın acı dolu bir dünyaya doğma sebebini onun nihai kaderi olarak tanımlar. Adam sıra dışı bir umutla düşüncesini savunur: Hiçlik umudu! Anlamlı olabilecek her şeyin içinin boşaltıldığına inanan adam için intihar aslında her aklı başında insanın vereceği mantıklı bir sondur. Yaşamsal motivasyonunu kaybetmiş beyaz adam, kendisini yeniden toparlayacak, donatacak gücü bu hayata doğarken çoktan kaybettiği can sıkıcı bir unsur olarak görür. Yaşamı sorgulamak, çözümlemek ve hep aynı kısır döngü içinde kalmak, kendi kişisel akademik kariyerinde de maalesef yeterli bir cevap bulmasına engel olur. Mutluluğun mantıksızlığına ve beyhudeliğin umuduna tutunan beyaz adam, siyah adama kendine gerekçe olarak gördüğü argümanları ile karşı durmaya çalışır.
Elbette filmde inancı savunan siyah adam beyaz adamla yaptığı konuşmada, yaşamın amacını göstermeye çalıştığı bu kısa zamanda, acı olmadan mutluluğun tanımlanamayacağını açıklamaya çalışır. Sorgulamanın gerçeğe yaklaştırma ve ona sahip olma konusunda yardımcı olacağını öne sürer. Ve aslında gerçek umudun Tanrı ile olan ilişkide saklı olduğuna ikna etmeye çalışır. Üstelik görünen odur ki yaşam siyah adam için de o kadar kolay olmamıştır. Tanrı ile olan ilişkisindeki samimiyeti, filmin sonunda O’nunla yaptığı diyalogda açıkça görürüz.
Film boyunca aslında bir çeşit Vaiz kitabına bakarız. Beyaz adamın yaşamın hiçliği üzerindeki düşünceleri, sahip olduklarımıza rağmen, kariyer, eğitim, para vs. mutluluğun çok daha başka bir yerlerde gizli olduğuna inanışı gibi… Burada beyaz adamı Vaiz’den ayıran nokta, güneşin altında yeni bir şeyin olmamasının ya da bunların hiçbirinin insanı tatmin etmemesinin yüreğindeki onayına rağmen, Vaiz’in tüm beyhudeliklerin üstünde olana sahip olmasıdır.
“Toprak geldiği yere dönmeden, Ruh onu veren Tanrı’ya dönmeden, Seni yaratanı anımsa.”Vaiz 12:7
Hikayenin sonunda beyaz adamın kararı ne olursa olsun, insanlığın içinde bulunduğu gerçekliği siyah adam tek bir sözle özetler:
“Tüm ihtiyacın Tanrı değilse, bela dünyasındasındır!”
Serda Ayık Sez