Tanrı’yı Susturmak
Tanrı’nın sessizliği üzerine yazdığım önceki yazı aslında meselenin bir boyutunu, spektrumun bir ucundaki görüşü ele alıyordu. Tanrı’nın sessiz kaldığını düşündüğümüz zamanlarda, böyle düşünmemize neden olan önemli etkenlerden birisinin her bir duamızın tam da istediğimiz gibi yanıtlanması gerektiğine dair beklentimiz olduğunu görmüştük. Spektrumun diğer ucunda ise Tanrı’nın sessiz olduğunu düşündüren diğer önemli bir etken O’nun aslında hiç konuşmadığına yönelik güçlü varsayımdır.[1]
Eğer natüralizm[2] perspektifinden hayatı anlamlandırmaya çalışıyorsanız hiçbir zaman Tanrı’nın dualara yanıt verdiğini düşünmezsiniz. Hatta düşünemezsiniz. Çünkü bu imkan dahilinde bir durum değildir. Gerçekliğin sınırlarını çizmiş ve Tanrı’yı onun dışında bırakmışsınızdır. Geçtiğimiz günlerde izlediğim bir programda geçen bir diyalog bu bağlamda oldukça dikkat çekiciydi.
Evrim Ağacı, Celal Şengör ve Tanrı
Evrim Ağacı adlı organizasyondan Çağrı Mert Bakırcı, konuk olarak davet ettiği ünlü Jeolog Prof. Dr. Celal Şengör’e ‘Tanrı’ya inanmak için nasıl bir kanıt bekliyorsun, ne olsa inandırdın?’ şeklinde bir soru yöneltir. Şengör ise bu soruya, ‘Bir kişi İsa’nın mucizelerinden bir tanesini bugün yapsaydı ya da Musa gibi denizi ikiye ayırsaydı onun doğru olduğunu, mucizelerin olduğunu kabul ederdim’ şeklinde yanıt verir.
Bu gayet doğal bir istektir fakat asıl ilginç olan kısım daha sonra ortaya çıkar. Çağrı bu yanıtı sorgulayarak ‘(bir mucize meydana gelseydi) onun doğru olduğunu kabul eder miydik?’ şeklinde bir başka soru sorup David Copperfield üzerinden bir analoji sunar. Gelinen noktada, aslında mucizevi bir olayla karşılaşılsa bile bunun bir mucize olarak görülmemesi gerektiği sonucuna varılır. Çünkü bu tür deneyimler yaşadıklarında onlar büyük ihtimal bir yanılsama, bir illüzyon ile karşı karşıya olduklarını düşüneceklerdir. [3]
Bu felsefi natüralizmin dayattığı bir dogmadır ve Tanrı’nın sessiz olduğuna yönelik kimi konuşmalar tam da bu varsayım üzerinden gitmektedir. Tanrı’nın sessizliği meselesi, O’nun konuştuğuna yönelik kanıt toplamadan bağımsız olarak, O’nun gerçekten var olduğuna ve konuşabileceğine yönelik ön kabulümüz ile ilişkilidir. Ünlü Fransız filozof ve bilim insanı Blaise Pascal’ın meşhur bahsinde söylediği gibi mesele ne kadar delile sahip olduğumuz değil, ihtiraslarımızın çokluğudur.[4]
Tanrı’yı, Wittgenstein’in konuşulmayanı[5] içerisine konumlandırdığımızda geride herhangi bir ses kalmayacaktır. Fakat bu dış dünyada bir konuşmanın bulunmayışından değil, bizlerin bu konuşmaya karşı sağır oluşumuzla alakalı olacaktır. Dolayısıyla Tanrı’nın sessizliği konusu her halükarda O’nun varlığına ilişkin bir soruyu da temel almaktadır.
Geçen yazıda “Tanrı sessiz kalır mı?” diye sorup yanıt aramaya çalışmıştık. Bu kez ise bu sorunun farklı bir boyutunun da olduğunu görüyor ve Tanrı’nın konuşma imkanına ilişkin olarak “Tanrı konuşur mu?” sorusuyla baş başa kalıyoruz. Belki de Tanrı’nın sessizliğine yönelik sorunun yanıtı, Tanrı’nın konuşma imkanına dair varsayımlarımızda saklıdır.
Yazar: Yeşua Özçelik
Dipnotlar:
[1] Bir başka deyişle evren kapalı bir sistemdir. Natüralizm ve Deizm böyle bir resim çizmektedir.
[2] Natüralizm kabaca doğaüstü bir varlığın ya da olayın var olmadığına dair felsefi yaklaşım olarak tanımlanabilir.
[3] https://www.youtube.com/watch?v=GCEnW69phjI
[4] Blaise Pascal, Düşünceler (İstanbul: Kaknüs Yayınları, 1996), s. 114.
[5] Wittgenstein “üzerinde konuşulmayan konusunda susmalı” der. Bknz. Ludwig Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus (İstanbul: Metis, 2010), s. 173. Mantıksal Pozitivistlerin kullandığı anlamıyla söyleyecek olursak sadece deneysel olarak gösterilen şeyler vardır ve bunun dışında kalanlar için susmamız gerekir.