Günümüzde birçok alanda yaşanılan haksızlıklar, eşitsizlikler, şiddet, zulüm insanlık için utanç kabul edilen eylemler arasında yer alır. Umutlar eşit, özgürlükçü, şiddetin olmadığı bir zaman ve mekana yöneliktir. Elbette bu umudu bireysele indirgediğimizde hafızamızda kadınların belirmesi de şaşırtıcı değildir. Sadece kadın oldukları için şiddete maruz kalan, işinden ayrılmak zorunda bırakılan, aynı şekilde sadece anne olma ihtimali sebebiyle işe alınma önceliğini kaybeden ve dahası öldürülen kadınların hikayeleri günümüzde ne yazık ki oldukça fazladır. Kadın sığınma evleri, sosyal yardım ve eğitim kuruluşları ve birçok yardım merkezi de bu amaçla bir araya gelmiş ve çalışmalarını sürdürmektedir.
Peki, kadına yönelik ayrımcılığın, şiddetin sebebi, erkek egemen toplumun varlığı mıdır? Bu kötülük sadece erkeklerin yüreklerinde filizlenen bir tohum mudur?
“Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı.” (Yaratılış 1:27)
Tanrı yaratılış planı doğrultusunda kadını ve erkeği kendi suretinde yaratmıştır. Her ne kadar kadın Adem’in kaburgasından alınarak yapılmış olsa da ona gösterilen değer, Adem’inkinden az ya da çok değildir. Kadının erkekten aşağı ya da yukarı olmadığına ilişkin olarak sıklıkla örnek verilen “RAB Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Adem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın Yaratarak onu Adem’e getirdi.” (Yaratılış 2:21-22) bu ayetler, Havva’nın yaratılış amacı doğrultusunda Adem’e yardımcı bir tanım getirmesi, şimdilerde feminizmin karşı duracağı bir basamak olarak da biçimlendirilebilir. Oysa kadının erkekle birlikte olan yolculuğundaki görevi “Sonra, “Adem’in yalnız kalması iyi değil” dedi, “Ona uygun bir Yardımcı Yaratacağım.” (Yaratılış 2:18) daha baştan Tanrı tarafından belirlenmiştir ve bugün bizlerin hep aşağıda gördüğümüz konumunu ifade etmez. Çünkü gerçek tasarımda erkek ve kadın arasındaki uyum, henüz günahla bozulmamış ilişkide birbirini tamamlayan bir roldür. Dolayısıyla bu, birinin diğerinden aşağıda ya da yukarıda olma sorunu değil, Tanrı’nın onlara yönetmeleri için verdiği dünyayı birlikte taşıma sorumluluğudur. Tıpkı Tanrı’ya isyan ederek kendi hayatlarının tanrıları olma kararlarının taşıdığı eşit sorumluluk gibi… Tıpkı onların bu tatminsizliğinden bozulan Tanrı ile insan, insan ile insan, insan ile doğa ilişkisi için yaşadıkları eşit sorunlar gibi…
Bu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde; erkeklerin geçmişten gelen ve maalesef yine kadınlar tarafından kodlanan alışkanlıklarından bir anda kurtulmalarını beklemekten kısa bir süre vazgeçelim. Yardımcı değil; ama hayata birlikte devam ediyor olduklarının bilincini taşımalarını, sadece iş yerlerinde eşitlikçi davranış sağlamakla kalmayıp, evde de aynı bakış açısını korumalarını bugünlük beklemeyelim. Zulme ve kötülüğe üzülürken, bir anda tek yönlü bakış açısıyla kadın hakları savunuyor olmaktan çıkıp, sonunda eleştirilen şeyi benzer bir şekilde karşı tarafa uygular hale gelmekten imtina edelim. İsa Mesih’le bizi kendisiyle barıştıran Tanrı’ya şükredelim. İsa’nın özellikle kadınlara verdiği değeri, kalabalıklar içinde ve izleyenlerin adeta gözlerine sokarak hatırlatması üzerine düşünelim. İnsan olarak günahın köleliğinden Mesih sayesinde kurtulduğumuz için şükrederken ve fakat hala bu dünyada günahla savaştığımızı unutmadan Rab’be yakaralım. Bozulan ilişkilerimizin (herkesle ve her şeyle) hesabının faturasını tek bir yere kesmeden önce bugün Tanrı’nın önünde duralım ve bizi erkek ve kadın olarak kendi suretinde yaratmasının benzersizliği ve sorumluluğu hakkında düşünelim.
Serda Ayık SEZ