Karanlık Kız

Bölümü oynat

Orijinal ismi “Lost Daugther” olan filmin yönetmenliğini Maggie Gyllenhaal yapmış. Elena Ferrante’nin aynı adlı romanından uyarlanan senaryoyu da yazarın kendisi ile filmin yönetmeni birlikte kaleme almışlar. Başrollerde ise Olivia Colman, Jessie Buckley, Dakota Johnson ve Ed Harris paylaşmışlar.

Film, bir Yunan adasında tek başına tatile giden edebiyat profesörünün, tatilde yan yana olmak zorunda kaldığı aile, onlarla kurduğu ilişki ile birlikte geçmişine yaptığı yolculuğu ve iç hesaplaşmasını ele alır.

Sıradan bir tatil için çok fazla olan valizlerinin çoğunu kitaplarla doldurmasına rağmen bir Yunan adasında kiraladığı daireye yerleşen Leda, alacakaranlıkta tatil yerine varır. Aslında görmeye alışık olduğumuz tatil mekanlarından farklı olarak kurak, yavan, renksiz bir manzaraya, kalacağı odayı aydınlatan deniz fenerinin rahatsız edici ışığına rağmen Leda, sevinçle iç çeker ve salonun ortasındaki masanın üzerindeki kusursuz görünen meyvelere dokunarak tatilin de mükemmel bir şekilde başladığının mesajını verir adeta.

Bu dinlenme zamanını işini geliştirmek, yetiştirmek için kullansa da huzurla başladığı tatili, nereden geldikleri belli olmayan kalabalık bir aileyle birlikte alt üst olur. Sessizliğinin bozulması bir yanda, o ailenin iki ferdi Leda’nın kendi geçmişini hatırlatarak sevinçle başlayan tatilini travmatik bir deneyime dönüştürür. Böylece bozulan mutluluğuna, odasında gayet taze görünen meyvelerin çoktan altlarının çürümüş olması, tatilin gözde böceklerinden olan cırcır böceğinin yastığının yanında belirivermesi de bu dramatik ana eşlik eder. Belki de bu eşlikçiler daha başından beri güzel görünen şeylerin, mutlu görünen insanların aslında göründükleri gibi olmayabileceklerinin de bir sembolü gibidir.

Mutluluğu yarım kalan Leda, şezlongunda kah dinlenip kah çalışırken gözleriyle kitabının kenarına ismini not aldığı Nina’yı izlemeye başlar. Sahilde kucağında kızı ile oturan bu genç kadına bakarken erken yaşta çocuk sahibi olmanın, yorgunluğun, yalnızlığın, kendini kapana kısılmış hissetmenin ne demek olduğunu sözlere gerek kalmadan anlar ve geçmişini onunla özdeşleştirir. Toplumun kalıplarına sıkışıp kalmayı, anneliğin belki de asla yazılmamış kurallarını Nina üzerinden yeniden hatırlar Leda ve bu da geçmişe yapacağı seyahatin başlangıcının da gongunu çalar.

Leda anneliği yaşadığı ilk zamanlardaki duygu karmaşasını yeniden ziyaret ederek ortak kadın deneyimlerini ve fakat belki de hiç konuşulmayan kısımlarını da seyirciye taşır. Her kadının anne olması gerektiği ya da anneliği doğalında giyinmesi beklentisi ön kabulünü, genç yaşta iki küçük kıza annelik yaparken, kariyeri, hayallerini kurduğu geleceği arasında yaşadığı bocalamayla sorgulatır Leda bizlere de. Kariyerine zaman ayırmak için isteklerini ortaya koyduğu zaman, asla son bulmayacak, yardımı, desteği mümkün olmayan tek başına başarılması gereken bir görev olarak karşımızda durur annelik. Başarılı olma, takdir görme ihtiyacı yok sayılır.  Ortak ebeveyn sorumlulukları bir anda buhar olur uçar, ataerkil düzenin getirdiği kurallara göre kendi hayatını yaşama arzusu müphemlikle aynı seviyede tutulur. Anne olmanın, kadın olmayı ve aynı zamanda insan olmayı da unutturmayı içermesi şart gibi…

Leda, sadece Nina’yla değil, kızının oyuncak bebeği ile de garip, saplantılı bir bağın içine de çekilir. Daha çok küçük yaşta, daha bebekken bir başka bebeğin annesi olma rolünü giymiş bu küçük kızın oyuncak bebeği yaşadığı tüm bu benlik karmaşasını ona geri getirir. Belki de hiç iyileşmemiş, tap taze duran bir yaranın üstünü açar. Bu bebek kendisine zorla giydirilen kimliğe duyduğu öfkenin bir ifadesi olarak bir fetişe dönüşür. Tüm hesaplarını tam da o bebek üzerinden görmeye çalışır Leda.

Film elimize kucak dolusu sorular bırakarak biter:

Çocuk yerine kariyer seçilebilir mi? Herkes ille de anne olmalı mıdır? İyi bir anneden beklentiler nelerdir? İyi bir kadın nasıl davranmalıdır?

Elbette kadına dair bu soruların satır arasında erkeğe dair sorular da kendini göstermektedir. Kadının kendini evinin dışında da var ettiği bu zamanda erkek kendine nasıl bir rol biçmektedir? Yaptığı en ufacık iş, büyük ve anlamlı bir yardım olarak mı görülmelidir? Sorumluluğu dışında bir görevi yerine getiriyormuş gibi yaptıklarının lütuf olarak addedildiği bir mertebede midir? Yoksa aynı şartları paylaştığı hayat arkadaşıyla ortak paydadan üstüne düşen sorumluluğu doğal olarak paylaşması mıdır?

Tanrı’nın henüz kimsenin olmadığı bir yerde karşısında duran ve tüm dünyayı ellerine emanet ettiği iki insana elbette ki emri “çoğalın” olmuştur. Aynı şekilde kendi vaatleri doğrultusunda kısır olan kadınların mucizevi bir şekilde bebek sahibi olmaları da şaşırtıcı olmaz. Fakat günümüze geldiğimizde, soyu tükenen ya da tükenmeye yakın olan hayvanlardan, bozulan doğadan, bizi bekleyen kıtlıklardan bahsedilirken böylesi bir dünyada verimli bir şeklide çoğalmayı istemek kimileri için ilk tercih olmayabilir. Giderek kendini tüm ağrılığı ile hissettiren acı ve kötülük karşısında insanın bu dünyaya bir bebek getirmek istememesi anlaşılabilir bir şeydir. Üstelik yaşamın bu denli bozulmasına sebep olan günahımız, aslında önce kendimizi ölüme mahkûm ederek hastalıkları da beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla bir tercih olarak değil, ama fizyolojik olarak hiçbir zaman bebek sahibi olamamak da şaşırtıcı değildir.

 Diğer taraftan artık evin dar sınırlarını çoktan aşmış olan kadının kendini sadece başarılı bir kariyere odaklamasının beklenmesi normaldir. Erkekle aynı şartlarda ve dahi daha da zorlayıcı, zaman zaman korkutucu ve caydırıcı yanları çok olan bir rekabetin içinde hayallerini gerçekleştirme mücadelesi ve kadının bundaki olası inadı da fazla değildir. Üstelik artık bu bir başarı sorunu olmaktan çoktan çıkmış, geçim derdinin zorunluluğu haline gelmiştir.

Tanrı’nın bizi olduğumuz gibi kabul ettiğini unutmadan karşımızdakini olabildiğince yargısız dinleyebilmek, anlayabilmek için çaba sarf etmek değerlidir. Çünkü empati karşı tarafı sakinlikle dinleyebilmenin çok daha ötesini gerektirir. Tanrı’nın yaratılış hikayesinde sadece kadın yoktur, sadece erkek de yoktur. Her iki cinsin tek beden olma hali, temelinde yaratılışın bir parçası olarak her birinin kendi bedenlerinde birbirlerine has kimyaları da taşıyabilme mucizesinde gizlidir. Tamamlanma tam da bu değil midir? Bu yüzden, şimdilerde sürekli hatırlatılmaya çalışılan, çocuklarına anne olabilmiş erkekleri görmek de sürpriz olmaz, baba olabilmiş anneleri de… Çünkü cinsiyet üstü varlık olan Tanrı, sadece, çomağı ve değneği ile bizi her tür acıda ayağa kaldıran, destekleyen, dayanağımız olan Göksel Baba’mız değil, aynı zamanda bizi şu anda içinde bulunduğumuz “beşik” her ne ya da neresi ise orada da unutmayan, şefkat ve sevgisi ile bizi sarıp sarmalayarak anneliğini de bize gösteren Tanrı’dır. Tam da bu yüzden, O’nun benzerliğinde yaratılan insan için annelik işin sadece duygusal tarafı değildir. Bir canlıya bakım vermekle, şefkat göstermekle, sevgiyle sınırlı değildir. Aynı zamanda ruhsal olarak beslediğimiz, öğrettiğimiz ve belki de deneyimlerimizi paylaşarak onların deneyimlerinde farkındalık kazanmalarına yardımcı ve destek olduğumuz herkese annelik de yapabiliyoruz demektir. Erkek ya da kadın…

Anneler Günü kutlu olsun!   

Yazan: Serda Ayık Sez

Serda Ayık Sez
Tarafından yayımlandı
Serda Ayık Sez
Tartışmaya katılın

Diğer makaleler

Bölüm 152

Darmadağın Evim

Kathleen Norris, “Üzgün Canavar” adında bir şiir yazan küçük bir çocuğun hikâyesini anlatır. Şiir bir itirafla başlar: “Babasının ona...

Bölüm 151

Tatlı, Acı

Genelde iyimser bir insan sayılırım. Kötü durumların iyi taraflarını bulurum, dünyaya umut dolu gözlüklerle bakarım ve kişisel ilişkilerde...

Bölüm 150

Ateizmin Sonu

Tanrı’nın bir yanılgı olduğunun, insan yaşamına ve uygarlığına zarar verdiğinin çığırtkanlığını yapan, inancın sona erişini haber veren...

FideCultura

Son eklenenler

Bölüm 139