Shakespeare’in Hamlet’i çoğumuzun asla girmeyeceği kötü bir vaziyete düşmüştür. Amcası babasını öldürmüş ve ardından kral olmak için annesiyle evlenmiştir. Oyunun başlıca düğüm noktası, Hamlet’in amcasını öldürüp babasının intikamını alıp almamak konusunu tartıştığı uzun monologların bulunduğu yerdir. Dolayısıyla bu eser, birçok insanın kendisini birebir özdeşleştirebileceği bir hayat öyküsü sayılmaz.
Ancak Missouri Doğu Islah Merkezi’ndeki bir grup mahkûm için Hamlet, hem karakter hem de oyun olarak uygun düşmektedir. Bir hapishane sanat performansı programı, altı aylık süre zarfında, şiddet uygulamaktan suçlu bir avuç mahkûma bir şiddet suçu işleyerek, bunun sonuçlarını düşünen bir adamın öyküsünün derinliklerine inme şansı verir. Sonuç hem Shakespeare’e yeni olan oyuncular, hem de Shakespeare’in öyküsünün her açısını bildiğini sanan, ama ne kadar çok şey kaçırmış olduklarını gören eğitmenler için şaşırtıcıdır.
Laertes karakterini oynayan bir suçlu, istediğini elde etmenin yolu olarak hile yapma ayartısıyla karşılaşan karakterinin bu davranışının gerçekte korkaklık olduğunu görür. Hayali bir karakterin hayatı aracılığıyla daha net düşündüğü bir anda şöyle itiraf eder: “Bu ayartıyla özdeşleşebilirim ve bu rolü çok iyi oynayabilirim. Çünkü tüm hayatım boyunca ben bu rolü oynadım zaten. Birinin suratına silah doğrultmak; bu haksız bir avantajdır. Korkakça bir harekettir. İşte biz suçlular böyleyiz; korkağız.” Sonra dikkat çekici bir içtenlikle kabul eder, “Ben Laertes’im. Öyleyim. Öyleyim.”
Bir keresinde bir yazarlar konferansına katılmıştım ve orada umut vaat eden imanlı sanatçılardan oluşan dinleyicilere ahlaki kriz anlarında durup Jane Eyre’e ne yapacağımızı soramayacağımız hatırlatılmıştı. Ancak gene de bizi dikkat, şefkat ve saygıya yönelten, ahlâki bakımdan muazzam öneme sahip karakterler ve öyküler olduğu su götürmez bir gerçektir. Missouri Doğu Islah Merkezi örneğinin de kanıtladığı gibi edebiyat, bir kimseye bir başkasının yerine geçme olasılığını sağlayan, diğerlerinin başka türlü göremeyeceğimiz yanlarını ve fark edemeyeceğimiz derinliklerimizi bize gösterebilir. Bakış açısının tıpkı bizimkisi gibi hayalperestçe olduğunu fark ettiğimiz birini öldürmek çok daha zordur. Kendimizi rahatsız edici biçimde okuduğumuz sayfaların içinde bulursak, kendimizi aldatmaya devam etmemiz iyice zorlaşacaktır. Bu tür karakterler tanıdık, normal ve kabul edilmiş olanın ve çoğu kez görünenin ötesine geçme olanağı tanıyan araçlardır.
İsa’nın gerçeği yatıştırıcı ve kaçınılmaz bir yolla açıklamak için öyküleri kullanması, tesadüfi değildir. İsa kendisini yemeğe davet eden bir Ferisi’ye şöyle der: “Simun, sana bir söyleyeceğim var.” O da, “Buyur, öğretmenim” dedi. “Tefeciye borçlu iki kişi vardı. Biri beş yüz, öbürü de elli dinar borçluydu. Borçlarını ödeyecek güçte olmadıklarından, tefeci her ikisinin de borcunu bağışladı. Buna göre, hangisi onu çok sever?”Simun, “Sanırım, kendisine daha çok bağışlanan” diye yanıtladı.İsa ona, “Doğru söyledin” der. Sonra Simun’un günahkâr olduğu için yüz çevirdiği kadına bakarak ona şunları söyler: “Bu kadını görüyor musun?” (Luka 7:40-44)
Simun, İsa öyküyü anlatmak için durmadan çok önce kadını görmüş olmalıdır. Kadının evine girişini, konuğunun ayağının dibine kapanışını ve gözyaşlarıyla ayaklarını yıkayacak kadar çok ağlayışını tiksinerek seyretmiştir. Simun kadının İsa’nın ayaklarını saçlarıyla kurulayışını, onları durmaksızın öpüşünü ve yağla mesh edişini incelemiştir. Bütün bunları tüm açıklığıyla gördükten sonra, konuğunun hikmetini sorgulamıştır. Simun içinden “Bu adam peygamber olsaydı, kendisine dokunan bu kadının kim ve ne tür bir kadın olduğunu, günahkâr biri olduğunu anlardı” (Luka 7:39) diye geçirmiştir.
Hamlet’in katı bir suçluya yaptığı etki gibi, Simun’un isteyerek girdiği basit öykü, onu görmek istemediği kadına bir kez daha bakmaya zorlar. İkinci bakışında ne gördüğü bize söylenmez; ama kendi sözleri hiç şüphesiz taşlaşmış yüreğine bir sondaj etkisi yapar: Daha çok borcu bağışlanan bu kadın daha çok seviyor. Borçlu iki kişinin öyküsü aracılığıyla Simun, günahkâr bir kadını, kendi karakterini ve bağışlayan kişinin kimliğini bir kez daha düşünmeye davet edilir. İsa bizleri, işleri tersine çeviren imgelerin, bizi gücendiren ve şok eden öykülerin, hayranlık uyandıran bir Tanrı’nın varlığını ve bu Tanrı’yı görmemizi engelleyen zihin yapılarını ve dinciliği fark etmemizi sağlayan benzetmelerin ve bizi tekrar tekrar bakmaya çağıran ilahi lütfun yanına getirir.
Yazan: Jill Carattini
Çeviren: Senem Ekener