Yeni bir yaşama başladığımızda tabii ki kendimizden beklediğimiz ilk şey değişimdir. Ama ya beklenen değişim gerçekleşmezse ya da bu değişim bizim beklediğimizden daha küçükse? Bugün, İsa’ya inanıp, onun yolunda gitme kararı alan kişilerin içsel değişiminden bahsedeceğiz.
Bir arkadaşımla artık nerdeyse her köşe başında bulabileceğiniz Starbucks
dükkanlarından birinde oturuyorduk. Arkadaşım bana hararetle kendisini
Hristiyan inancından uzaklaştıran deneyimini anlatıyordu. İnancını
kaybetme sebebi bir kapris ya da pek sevdiği doğrularıyla Hristiyanlığı
bağdaştırmadığı için yaşadığı bir entelektüel kriz değildi. İnancını kaybetme
sebebi onun mesleğiydi. Bir gazeteci olarak, Hristiyan çevrelere girmiş ve
kitleleri etkileyen liderler ve öğretmenlerle tanışmıştı. Hristiyan inancından
vazgeçmesinin sebebi ise tam olarak şuydu: Bu çevrelerin içindeyken,
Hristiyanlığın gerektirdiği gerçek karakter, değer ve yaşam biçimi
dönüşümüne neredeyse hiç rastlayamamıştı. Onun buralarda karşılaştığı,
İsa’dan çok, normal dünyaya benzeyen bir grup kadın ve erkek olmuştu.
İnsanların sözlü olarak ifade ettikleri şeylerle; eylemleri arasındaki
uyumsuzluk, onun Kutsal Kitap’ın dönüştürücü gücünden şüphe etmesine
sebep olmuştu. Hristiyanlık, herkesin örnek aldığı ve rehber kabul ettiği bu
Hristiyan liderlerin hayatında bu kadar küçük değişiklikler yarattıysa, kendi
hayatında nasıl bir değişiklik yaratacaktı ki?
Her birimiz, hayatımızın bir döneminde buna benzer bir çatışma
yaşamışızdır. Belki hepimiz, anlattığım arkadaşımın yaptığı gibi
inancımızdan uzaklaşmayız, ama en sevdiğimiz liderin, akıl hocamızın ya
da yakın bir arkadaşımızın karakterindeki bir bozukluğa tanık olmamız, bizi
büyük hayal kırıklığına uğratır. Üstelik, kendi hayatımıza ayna tuttuğumuzda
da, bu değişime dair sadece çok küçük izlerle karşılaşabiliriz. Başka
insanlarda gördüğümüz değişimin küçüklüğü cesaretimizi kırmaya yetmese
de, kendi hayatımıza yakından, objektif olarak baktığımızda gördüğümüz
değişimin küçüklüğü kesinlikle bizi cesaretsizliğe sürüklemeye yeter.
Değişim neden bu kadar zordur? Ve inancımız ne kadar kuvvetli olursa
olsun, neden hayatımızda değişimin izleri bu kadar çok küçüktür? Neden
hala durduk yere sinirleniyoruz, iş arkadaşlarımızdan irite oluyoruz, bir
şeyleri kıskanıyoruz ? Üstelik bizler, inançlı insanlarız. Gerçekten de bu
durum Hristiyanlar için büyük bir sorundur, çünkü Kutsal Kitap’taki iyi
haberde açıkça yazılmış olduğu üzere: “Bir kimse Mesih’te ise, yeni
yaratıktır; eski şeyler geçmiş, her şey yeni olmuştur.” (2. Korintliler 5:17)
Fakat Hristiyan inancını benimseyenler ve benimsemeyenler arasında
dürüst bir karşılaştırma yaptığımızda, birçoğumuz aslında Kutsal Kitap’ta
bahsedilen bu değişimin nasıl birşey olduğunu merak ederiz.
Başka insanların inançlarını incelememiz kesinlikle anlaşılabilir bir
durumdur, fakat unutmamak gerekir ki Hristiyanlar olarak odak noktamız
daima kendi değişimimiz ve İncil’e olan bağlılığımız olmalıdır. İsa
öğrencilerine şöyle sormuştur: “Sen neden kardeşinin gözündeki çöpü
görürsün de kendi gözündeki merteği fark etmezsin?” (Luka 6:41) Bizler
çoğunlukla kendi kalplerimizi dürüstçe incelemeden önce, başkalarının zayıf
yanlarını görürüz. Başkasının gözündeki çöpü çıkarmak için büyük bir çaba
sarfederiz. Aslında bizler için değişim umudu, odağımızı “dışarıdakilere”
kaydırmaktan ziyade, kendimizle ilgili eleştirel yeteneğimizi geliştirdiğimiz
noktada doğar.
Hristiyanların değişim umudu, Kutsal Kitap’taki, çok da parlak olmayan,
fakat Tanrı’nın muhteşem kurtuluş planını işlettiği kişilerin öyküleriyle
beslenebilir. Kutsal Kitap’taki değişim; insanın mükemmelliğini değil,
Tanrı’nın sadakatini tanımlar. Nuh sarhoş olur, İbrahim, Sara’nın kızı olduğu
konusunda iki kez yalan söyler, Gidyon putperest olur, Samson şerefi
üzerine verdiği sözleri tutamaz, Davut zina eder, Pavlus ve Barnaba,
Markos konusunda tartışıp yollarını ayırır, İsa’nın tüm öğrencileri, ihtiyaç
anında onu yalnız bırakırlar. Mezmurların yazarı bizi uyarıyor; Tanrı,
insanlığın basit durumundan habersiz değildir: “Çünkü mayamızı bilir,
Toprak olduğumuzu anımsar.” (Mezmurlar 103:14) Fakat bu özü toprak
olan varoluşumuza rağmen, Tanrı, kusurlu insanoğlu için hem de onun
içinde işlemektedir. Tanrı, hatalarımıza rağmen bizi kullanır ve bizi takibe
alır.
Eski Antlaşma’nın Yaratılış bölümünde anlatılan Yakup’un hikâyesinde,
değişimin doğasıyla ilgili mükemmel bir ders vardır. Annesinin en sevdiği
oğlu olan Yakup, bir komplo kurarak ağabeyinin doğum hakkını ele
geçirmiş ve hileyle babasının kutsamasını almıştır. İlk eşi Lea’ya büyük bir
küçümsemeyle bakar ve yetiştiği ailesinden gelen bir sorunu kendi ailesine
taşır: O da ikinci karısı Rahel’i ve ondan olan oğlunu, ailesinin diğer
fertlerinden üstün tutar. Fakat Yakup bir gece, Yabbuk Irmağı’nı geçtiği
sırada Tanrı’yla karşılaşır. Yaşayan Tanrı’yla yaptığı güreş, onun için
gerçek bir değişimi tetikler. Dövüş sırasında Yakup’un uyluk kemiği
yerinden çıkar. Yakup’a yeni bir isim verilir; İsrail. Yakup ise “Tanrı’yla yüz
yüze görüştüm, ama canım bağışlandı” diyerek değişime uğradığı bu yere
Peniel adını verir. Peniel, Tanrı’nın yüzü anlamına gelir. Evet Yakup’un canı
bağışlanmıştır fakat ömrü boyunca bu dönüştürücü karşılaşmanın izini,
kendisine verilen yeni bir isim ve kimliğin yanı sıra kalıcı topallığıyla da
taşıyacaktır.
Şimdi, bu noktada bir düşünelim.Belki de bizim değişim yolculuğumuz da
benzer bir deneyimi yansıtıyor. Uzlaştırıcı Tanrı’yı takip eden ve müjdeyi
yaşamayı ümit edenlere, Tanrı, gerçekten de yeni bir isim ve kimlik verir.
Böylece bize, Tanrı’nın amaçladığı kişi olmamız için yardım eder. Fakat
Tanrı, bu işi öyle bir biçimde yapar ki, insanlığımız bozulmaz. Belki de
istediğimiz değişim bize, Tanrı’nın egemenliğine ulaşmada, sürekli Tanrı’nın
bereketlemesini gerektiren bir aksaklıkla birlikte verilir.
Yazar: Margaret Manning
Çeviri: Senem Ekener