Palmiye Pazar’ı İsa’nın Yeruşalim’e girişidir ve aynı zamanda Kutsal Hafta olaylarının da başladığını zamandır. Elbette o ana kadar pek çok farklı şey yaşanır. İsa’nın nereye gittiğini bilerek yürüdüğü bu yolda sahte dine ya da inancı sömürenlere karşı yaptıkları vardır. İsrail’i yargıladığı, kendi evinin, tapınağının dua evi olarak anılmasından ziyade, başka pek çok sömürüye açık olduğunu gördüğünde yaşadığı haklı öfkesi vardır. Bunları yaşadıktan sonra Fısıh yemeği yaklaşır ve İsa tüm öğrencilerini bir odaya toplar ve o akşam yemeğini onlarla birlikte yer. İsa’nın çarmıha gerileceğini bilerek yaptığı seçimler, kimlerle zaman geçirdiği, nelere öncelik verdiği, nelere zaman ayırdığı ve neleri söyleyip neler yaptığı bambaşka bakış açıları sunar bize.
Fısıh yemeğinde de İsa yine herkesin beklentilerini al aşağı eder ve kimliğiyle ilgili çok daha net ifadelerde bulunur. Öğrencilerinin ayaklarını yıkar. Bizler de bunu kiliselerde sembolize ederek aynı zamanda birbirimizi seveceğimizi hatırlarız. Fakat bir an durup bu eylem üzerinde düşündüğümüzde fark ettiğimiz bir şey olur. Aslında ayaklarımız göstermek istemediğimiz bir organımızdır. Yorgunluğumuzu taşır. Çirkindir, kirlidir. Böylece Tanrı’nın oraya dokunma isteğinin bizi en kırılgan yerimiz ile bile kucaklama arzusu olduğunu fark ederiz. Yeşaya bölümünde İsa’nın kimliğiyle ilgili yapılmış peygamberliksel bir ayette ayaklara vurgu yapar. “Dağları aşıp gelen müjdecinin ayakları ne güzeldir! O müjdeci ki, esenlik duyuruyor. İyilik müjdesi getiriyor, kurtuluş haberi veriyor.” (Yeşaya 52:7) Petrus Romalılar’da tam da bunu tamamlar gibi şunu söyler: “Yazılmış olduğu gibi: “İyi haber müjdeleyenlerin ayakları ne güzeldir!” (Romalılar 10:15) İsa’nın ayaklarıyla bize gelen bir müjde vardır. Bir taraftan da üzerine çivi çakılan o ayaklara bakarız. O da müjdenin bir parçası değil midir? Kan içinde duran ve böylelikle aklanmayı sağlayan o ayaklar, müjde anlatımımızı iyi haberi tamamlayan ayaklardır.
Yemek sahnesine geri döndüğümüzde öğrencilerin İsa’nın ne yapacağı konusunda herhangi bir fikirleri yoktur. Onlar belki statü, güç peşindeyken Tanrı’dan hizmet alacaklarından habersizdirler. İsa havlu ve leğeni alır öğrencilerinin ayaklarını yıkamaya başlar. Bir insanın yapmak istemeyeceği şeyi Tanrı kendisi yapar, onları ne kadar çok sevdiğini göstermek için… Çarmıhta kendini feda edeceğini açıklamışken, şimdi de birbirlerine alçakgönüllülükle hizmet etmelerini öğretir. Belki buraya kadar her şeyi anlamak bizim için bir nebze daha kolaydır, ama İsa Yahuda’nın da ayaklarını yıkar. Kendisine ihanet edecek olan öğrencisinin de ayaklarını yıkadığını görmek bizim için sarsıcıdır. Bu aynı zamanda kendi hayatlarımıza da dönüp bakmamıza aracılık eder ve bize meydan okur. Kendi hayatlarımızda böyle bir eylemi göstermemiz gereken bir Yahuda var mı sorusu üzerinde düşünmeye zorlar bizi. Sembolik olarak bu kişinin ya da belki de uzun zamandır uğraştığımız ruhsal zorluğun izini sürmeye götürür.
Bir taraftan da Petrus’un dürtüsel tepkisini görürüz ve İsa ile aralarında şöyle bir konuşma geçer:
“İsa, Simun Petrus’a geldi. Simun, “Ya Rab, ayaklarımı sen mi yıkayacaksın?” dedi. İsa ona şu yanıtı verdi: “Ne yaptığımı şimdi anlayamazsın, ama sonra anlayacaksın.” Petrus, “Benim ayaklarımı asla yıkamayacaksın!” dedi. İsa, “Yıkamazsam yanımda yerin olmaz” diye yanıtladı. Simun Petrus, “Ya Rab, o halde yalnız ayaklarımı değil, ellerimi ve başımı da yıka!” dedi. İsa ona dedi ki, “Yıkanmış olan tamamen temizdir; ayaklarının yıkanmasından başka şeye ihtiyacı yoktur.” (Yuhanna 13:6-10)
İsa’nın kendi yöntemi ile bana yaklaşmasına, dokunmasına, aklamasına, paklamasına, değiştirmesine, en hassas, en kırılgan, en yaralı yerlerime temas etmesine izin vermem gerekir ve bu tamamen yeterlidir. Bize düşen tüm varoluşumuzla orada durmak, ne kadar zor olsa da teslim olmaktır. Çünkü başkalarının ayaklarını yıkama fikri, Mesih’e benzerliğe dönüşme fikrine daha kolay bakabiliriz de, birinin gelip bizim ayaklarımızı yıkama fikri bizim için zor gelir. Bu noktada İsa’nın “size ne yaptığımı anlıyor musunuz?” sorusu kendini belli etmeye başlar. Bu alçakgönüllü eylemin, hizmet etmenin zorluğu içinde, aynı zamanda “agape” ile sevmenin de zorluğunu görürüz. Hizmet etmek kolay gelir, ama sevilmeden sevmek bizi zorlar. Sevilmeden sevememek, bizi aynı zamanda hizmet etmekten alıkoyar ya da hizmeti içtenlikten uzak bir eyleme dönüştürür. Rab beden alıp dünyaya gelir, sofraya oturur, ayakları yıkar ve hizmetkâr Tanrı’nın ne olduğunu gösterir. Bunu yapmasındaki en büyük motivasyonun sevgi olduğunu söyleyerek o iyi bildiğimiz buyruğunu verir. “Birbirinize sevginiz olursa, herkes bununla benim öğrencilerim olduğunuzu anlayacaktır.” (Yuhanna 13:35)
İsa çok kısa bir süre sonra her türlü nefret, aşağılanma, hakaret ve işkenceye uğrayacak, bedeni parçalanacak, kanı akıtılacaktır. İyi haberi müjdeleyen ayaklarının delineceği, çarmıha gerileceği günün tam öncesinde bizlerle yemek yer, bizlerin ayaklarını temizler ve bize bu teslimiyetle iyi haber taşıyan ayaklara dönüştüreceğini gösterir. Bizler de bugün yeniden Rab’bin hizmet ettiği gibi hizmet etme konusunda fırsatlarımıza bakabilir, yine hayatımızla, eylemlerimizle, ama en çok Tanrı’nın sevgisiyle birbirimize yaklaşabiliriz. Gelin İsa’nın o gece yaptığı konuşmasına, o duasına, bizler için Göksel Baba’dan neleri istediğine kulak verelim:
“İsa bunları söyledikten sonra, gözlerini gökyüzüne kaldırıp şöyle dedi: “Baba, saat geldi. Oğlun’u yücelt ki, Oğul da seni yüceltsin. Çünkü sen O’na bütün insanlık üzerinde yetki verdin. Öyle ki, O’na verdiklerinin hepsine sonsuz yaşam versin. Sonsuz yaşam, tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih’i tanımalarıdır.” Yuhanna 17:1-3
“Dünyadan bana verdiğin insanlara senin adını açıkladım. Onlar senindiler, bana verdin ve senin sözüne uydular. Bana verdiğin her şeyin senden olduğunu şimdi biliyorlar. Çünkü bana ilettiğin sözleri onlara ilettim, onlar da kabul ettiler. Senden çıkıp geldiğimi gerçekten anladılar, beni senin gönderdiğine iman ettiler. Onlar için istekte bulunuyorum. Dünya için değil, bana verdiğin kimseler için istekte bulunuyorum. Çünkü onlar senindir. Benim olan her şey senindir, seninkiler de benimdir. Ben onlarda yüceltildim. Ben artık dünyada değilim, ama onlar dünyadalar. Ben sana geliyorum. Kutsal Baba, onları bana verdiğin kendi adınla koru ki, bizim gibi bir olsunlar.” Yuhanna 17:6-11
“İşte şimdi sana geliyorum. Sevincimin onlarda tamamlanması için bunları ben dünyadayken söylüyorum. Ben onlara senin sözünü ilettim, dünya ise onlardan nefret etti. Çünkü ben dünyadan olmadığım gibi, onlar da dünyadan değiller. Onları dünyadan uzaklaştırmanı değil, kötü olandan* korumanı istiyorum. Ben dünyadan olmadığım gibi, onlar da dünyadan değiller. Onları gerçekle kutsal kıl. Senin sözün gerçektir. Sen beni dünyaya gönderdiğin gibi, ben de onları dünyaya gönderdim. Onlar da gerçekle kutsal kılınsınlar diye kendimi onların uğruna adıyorum.” Yuhanna 17:13-19
Yazar: Senem Ekener