Tanrı ahlaki açıdan tutarsız mı?

Dünyaca ünlü ateist Richard Dawkins, Tanrı Yanılgısı adlı kitabında Eski Antlaşma’nın (Tevrat, Zebur ve Peygamberlik Kitapları) Tanrı’sından tüm kurgular içerisindeki en hoşa gitmeyen karakter olarak bahsetmiş ve birçok olumsuz tanımlamada bulunmuştur. Yine aynı kitabında özellikle Tanrı’nın İbrahim’den oğlu İshak ile ilgili isteğini alıntılamış ve alay edercesine şunları söylemiştir:

Tanrı İbrahim’e çok sevdiği oğlunu yakarak kurban etmesini[1] emreder. İbrahim bir sunak hazırlar, yakacak odun tedarik eder ve İshak’ın ellerini ve ayaklarını bağlayarak sunağa yerleştirir. Tam ateşe verirken bir melek çıkagelir ve Tanrı’nın planında bir son dakika değişikliğini bildirerek İbrahim’i durdurur: Tanrı yalnızca şaka yapmıştır, aslında İbrahim’i ayartmış ve bu şekilde inancını sınamıştır.”[2]

Çok da şaşırtıcı olmayan şekilde Dawkins’in kendi versiyonu, Kutsal Kitap’ın anlatımından neredeyse tamamen farklıdır ve Dawkins her zamanki gibi bir tür “Korkuluk Mantık Hatası” yapmaktan kendini alıkoyamamıştır. Öncelikle burada önemli bir ders vardır. Birçok kişi Dawkins’in bu kitabını okuyarak Tanrı inancını terk ettiğini söyler; ama dikkatli bir araştırma içerisine girip anlatımları orijinal kaynaklarından okuyan kişi sayısı yok denecek kadar azdır. Buradan hareketle çıkarılması gereken ilk dersin her bir ifadeyi kendi temel kaynağı ışığında değerlendirmemiz gerektiğidir. Aksi takdirde kendimizi kolayca bir çeşit “korkuluk mantık hatasının” içerisinde bulabiliriz.

Şimdi Dawkins’in Eski Antlaşma’daki anlatımı nasıl tahrif ettiğine bir göz atalım. Öncelikle şunu dile getirmek gerekir ki hikâye Eski Antlaşma’nın Yaratılış adlı ilk kitabının 22. bölümünde geçmektedir ve ilginç bir şekilde anlatı şu ifade ile başlar:

“Daha sonra Tanrı İbrahim’i denedi.” (Yaratılış 22:1)
Peki, bu bize ne ifade etmektedir? Bu kısa cümleden ne anlamalıyız? Bu sorulara verilebilecek muhtemel yanıt şudur: Dawkins’in alaycı üslubuyla ifade ettiği gibi Tanrı’nın planında bir son dakika değişikliği yoktur. Tam aksine Tanrı’nın hedefi hiçbir şekilde İbrahim’in oğlunu fiziki anlamda kurban etmesi değildir. Tanrı, İbrahim’in imanını yani kendisine olan güvenini test etmektedir. Aslında kendi başına bu ifade bile Dawkins’in Tanrı’ya yüklediği keyfiyetçi ahlak tanımlamalarının ne kadar anlamsız olduğunu göstermektedir. Tanrı’nın bir planı vardır ve bu değişmemiştir. Bu nihai planı sonraya bırakıp yeri gelmişken Hristiyan düşünür Paul Copan’in bu pasajla ilgili olarak “Tanrı’nın karakterine” dair dile getirdiği unsurları alıntılamakta fayda görüyorum. Ona göre Yaratılış 22’de Tanrı’nın karakteri hakkında dört şey görülmektedir:

  1. Tanrı, İbrahim’i denemektedir (1.ayet). Tanrı, İshak’ın gerçekten kurban olarak sunulmasını amaçlamamıştır. İbrahim okuyucunun hâlihazırda bildiğini henüz bilmiyordu; ama bu bir testti.
  2. Tanrı’nın buradaki talimatı olağan dışıdır: “Lütfen oğlunu al” ya da bir başka uzmanın çevirdiği gibi “Senden rica ederim biricik oğlunu yanına al.” Tanrı zor bir görev verirken dikkate değer bir şekilde hassas davranmaktadır. Hatta bir başka uzmana göre Tanrı burada bir talepte bulunmamaktadır: “Dolayısıyla İbrahim, Tanrı’nın daha geniş ölçekteki amacını göremeyebilir ve bu nedenle bunu yapmayabilirdi; ama yine de Tanrı’nın ricasını yerine getirmede herhangi bir suçlamaya maruz kalmazdı.”[3]
  3. Tanrı’nın iyi karakteri, O’nun sadakatini vurgular. 2. ayette Tanrı ‘oğlun, sevdiğin biricik oğlun İshak’ diyerek aslında bir hatırlatmada bulunur. Tanrı’nın antlaşma bilinci görünürdür: İbrahim’e verilen ilahi vaat, İshak olmadan gerçekleşemeyecektir. İbrahim iki şeyi aklında tutmakta debelenmektedir: İshak’a beslediği sevgi iyi ve doğruydu ve İshak’ın doğumunu çevreleyen koşullar Tanrı’nın İbrahim’e verdiği antlaşma vaadini gerçekleştiriyor olduğunu açıkça göstermişti.
  4. Tanrı’nın sadık karakterinin dördüncü göstergesi ise O’nun İbrahim’i Moriya Dağı’na göndermesidir. Moriya sözcüğü, “sağlamak, görmek, göstermek” anlamlarına gelen İbranice “ra’ah” sözcüğünden türetilmiştir. Pasajdaki “sana söyleyeceğim” yere ifadesi Tanrı’nın İbrahim’e ilk seslenişindeki “sana göstereceğim yere git” ifadesi ile yakından ilişkilidir. Dolayısıyla Moriya sözcüğü, Tanrı’nın ‘sağlayışının ve kurtarışının’ bir ipucunu vermektedir.[4]

Copan’in de işaret ettiği üzere Tanrı’nın sadakati dolaylı olarak İbrahim’e ve doğrudan bir şekilde okuyucu olan bizlere sunulmaktadır. Yaratılış kitabında Tanrı’nın İbrahim’i çağırdığını ve onun da Tanrı’nın bu çağrısına karşılık vermesinden ötürü Tanrı tarafından kutsandığını okumaktayız. Tanrı, İbrahim’e bir vaat vermiştir. Bu vaat, onun soyunun gökteki yıldızlar kadar çok olacağı ile ilişkilidir. Fakat bu kadarla da sınırlı değildir. Aynı zamanda onun soyu aracılığıyla tüm ulusların kutsanacağı söylenir. Bu vaat önemlidir, çünkü bu İshak’ın kurban olarak sunulması meselesi ile derin ve ayrılmaz bir ilişkiye sahiptir.

İbrahim Tanrı tarafından ilk çağrısını aldığında yetmiş beş yaşındadır. Fakat Tanrı’nın İbrahim’in soyuna ilişkin vaadinin gerçekleşmeye başlaması için yirmi beş yıl daha geçmesi gerekir. İbrahim bu süre içerisinde karısı Sara’nın da ısrarı nedeniyle doğal yollardan bir çocuk sahibi olmaya çalışmıştır. Çünkü karısı kısırdır. Fakat Tanrı, İbrahim’e Sara’nın bir oğlu olacağını ve soyunun –ve vaadin– onunla devam edeceğini söylemiştir. İşte İbrahim yüz yaşındayken bu vaat gerçekleşir ve İshak dünyaya gelir. Şimdi ise Tanrı bir başka çağrısında İbrahim’den oğlunu yakmalık sunu[5] olarak sunmasını istemektedir. Bu da kaçınılmaz olarak Tanrı’nın İshak ile ilgili vaadinin yok oluşu anlamına gelmektedir.

İncil’deki İbraniler Mektubu’nun yazarı da bu gerilimi şöyle ifade eder:

İbrahim sınandığı zaman imanla İshak’ı kurban olarak sundu. Vaatleri almış olan İbrahim biricik oğlunu kurban etmek üzereydi. Oysa Tanrı ona, “Senin soyun İshak’la sürecek” demişti. (İbraniler 11:17-18)

Acaba Tanrı kendi kendisiyle mi çelişiyordu?
Tabii ki hayır!
Yine İbraniler yazarı şunu söyler:

İbrahim Tanrı’nın ölüleri bile diriltebileceğini düşündü; nitekim İshak’ı simgesel şekilde ölümden geri aldı. (Heb 11:17-19)

İbrahim kendi hayatında Tanrı’nın sadakatini, vaatlerinin değişmezliğini deneyimlemiş bir kişiydi. İbrahim’in bu “iman adımı” bazılarının söylediği gibi asla kör bir inanç sıçraması değildir. İbrahim, Tanrı’nın karakterini ve yaşamında gerçekleştirdiklerini biliyordu. Bunlar onun için apaçık birer delil niteliğindeydi. Bu nedenle görünürde böylesi (yani soyunun İshak’la devam edeceğinin söylenmesine karşın İshak’ın kurban olarak sunulması istenmesi) bir gerilim ortaya çıkarmış olsa da, İbrahim bu paradoksal durumda İshak’ın ölmesi halinde bile Tanrı’nın onu diriltebileceğine inandı. İşte bu aslında İbrahim’in sahip olduğu deliller ışığında vermiş olduğu bir sınavdı. Ve o bunu başarıyla geçti. Bu noktada Tanrı’nın bu isteğinin İbrahim ve oğlu İshak üzerindeki muhtemel psikolojik etkileri göz ardı edilmemelidir. Ünlü Hristiyan düşünür Kierkegaard da “Korku ve Titreme” adlı eserinde bu meseleye işaret eder. Fakat olayın psikolojik yansımaları bu yazının sınırlarını aşan bir mesele olduğu için bu konuyu başka bir yazıya bırakmanın daha uygun olacağı kanaatindeyim.

Tanrı’nın İsteğinin Ahlaki Boyutu

Peki, “Tanrı’nın İbrahim’den bunu istemesi ahlaki olarak yanlış değil miydi?” diye sorulabilir. Bu çok haklı bir sorudur. Öncelikle şunu görmek önemlidir ki bu soruya vereceğimiz yanıt benimsediğimiz ahlak kuramımıza ya da ahlak yaklaşımımıza göre farklılık sergileyebilir. Fakat bu noktada tabii ki hem ahlak kuramlarının tutarlılığı ve yeterliliği meselesi tartışılmaya açılırken aynı zamanda Kutsal Kitap’ın ahlaki kuramının ne olduğunun bilinmesi de önemlidir. Kutsal Kitap’a göre ahlakın temeli Tanrı’nın karakteridir. Bir başka deyişle bir şeyin ahlaki açıdan doğru ya da yanlış olduğunu Tanrı’nın karakteri ile uyumuna bakarak dile getirebiliriz. Bu noktada doğru ve yanlışı belirleme diğer bir önemli husus ise niyetin kendisidir. Bir şeyi yapmak dışarıdan ahlaki gibi gözükürken niyetin kendisi ahlak dışı olabilir. Benzer şekilde Hristiyan ilahiyatçı Erwin Lutzer de “eylemlerimiz niyetlerimizle yargılanır” der.[6] Eğer anlatıya bu şekilde bakacak olursak, Tanrı’nın amacı ya da niyeti hiçbir şekilde İshak’ın kurbanın gerçekleşmesi olmadığından –kaldı ki çocuk kurbanı Eski Antlaşma’da iğrenç olarak ifade edilir– Tanrı’nın ahlaki açıdan yetersiz ya da hatalı olduğu söylenemez. Birçok yorumcu,  bu öykünün, insan kurban etmenin yanlışlığını öğretme amacını güttüğünü söylemektedir.[7]

Genelde bu anlatıda İshak’ın kurban olarak sunulması çağrısına yapılan itiraz “masum bir kişiyi öldürmek yanlıştır” şeklindeki bir varsayıma dayanmaktadır. Paul Copan’in işaret ettiği gibi “bu önerme doğru görünmekle birlikte onun doğruluğu içerisinde bulunduğu bağlam nedeniyle farklılık göstermektedir. Örneğin, özel bir dış gebelik durumunu ele alalım: döllenmiş yumurta kadının rahim borusunda kalmakta ve büyümektedir. Eğer bu embriyo müdahale olmaksızın gelişmeye devam ederse, anne kesinlikle ölecektir. Etikçiler genelde bu trajik durumda masum bir canlı hayatının alınmasını ahlaki açıdan müsaade edilebilir olduğu konusunda fikir birliği içerisindedir.”[8] Başka örnek ve bağlamlarla bu önermenin doğruluk derecesinin değişkenlik gösterilebileceği söylenebilir. Eğer Tanrı klasik tabirle İbrahim’den bunu istemede “yeterli ahlaki nedene” sahipse o zaman bu durum ahlaken yanlıştır denilemez.

Tanrı bugün de bir başkasından böyle bir şey ister mi?

Tabii ki hayır! Neden böyle düşündüğümü kısaca izah edeyim. Öncelikle İshak’ın kurban edilmesi ile ilgili bu hikâye tek hadiseli bir durumdur yani normatif değil; ama betimleyici bir yapıya sahiptir. Bu nedenle Tanrı İbrahim’de olduğu gibi başka kişilerin de benzer bir eylemde bulunmasını söylemez. Hâlihazırda Tanrı’nın çocuk kurbanlarından –özellikle bir putperest ritüeli olarak– nefret ettiği belirtilmektedir.

Hikâyenin Hedefi

Bunun ötesinde bu hikâye içerisinde Tanrı’nın nihai (teolojik) bir amacı vardır. Yazıyı buraya kadar atlamadan okumayı başarabildiyseniz Tanrı’nın İbrahim’e verdiği vaadin ikinci kısmından bahsettiğimi hatırlayacaksınız. Bu vaat sadece İbrahim’in biyolojik soyu ile ilgili değil, tüm uluslara bereket olan daha geniş bir kesimle de ilgilidir. Yani Tanrı’nın İbrahim’i bu şekilde denemesi, Dawkins’in belirttiği gibi bir tür ilahi şaka değildir. Kutsal Kitap’ın Tanrısı, Yunan tanrıları gibi ihtirasları peşinde koşan, yarattıkları ile alay eden bir tür despot figür kesinlikle değildir. Belirtildiği üzere bu anlatının –Hristiyan ilahiyatı terminolojisi ile– bir tür tipolojik[9] önermesi vardır.

Moriya Dağı ile ilgili olarak Copan’den yapılan alıntı da bu sözcüğün “sağlamak, görmek, göstermek” anlamlarına gelen İbranice “ra’ah” sözcüğünden türetilmiş olduğunu ifade etmiştim. Tanrı gelecekte, İbrahim’e verdiği, tüm ulusların senin soyun aracılığınla kutsanacağı vaadini gerçekleştireceği bir zaman-mekâna işaret etmektedir. Tanrı gelecekte, kendi biricik oğlunu kefaret sunusu olarak sunacağı ve böylece kurtuluşu sağlayacağı, kurtuluşun gerçekleştiğini göstereceği bir noktaya referans vermektedir. İbrahim, oğlunun yerine kendisine sağlanan kurbanlık koçu sunduğunda “oraya “RAB sağlar” adını verir.[10] Bu ifade aslında İbrahim’in oğlunu sunmadan önceki ifadelerinin –ya da bazı ilahiyatçıların belirttiği gibi peygamberlik sözlerinin– yerine geldiğine işaret eder. İbrahim’in sözlerinin hemen devamındaki ‘“RAB’bin dağında sağlanacaktır’ sözü bu yüzden bugün de söyleniyor” ifadesi ise bu olayın Tanrı’nın halkı için –ve Kutsal Kitap ilahiyatı açısından– oldukça önemli bir teolojik vurgusunun olduğunu göstermektedir. 

Kısacası Moriya Dağı’nda İshak’a karşılık sağlanan kurban kuzusu gelecekte Golgota olarak adlandırılan tepede Tanrı’nın tüm dünyanın günahlarını bağışlatan kurban kuzusu olarak sunacağı biricik oğlunun çarmıhına işaret etmektedir.[11] Anlatıda bahsedilen “Tanrı sağlayacaktır” sözü işte tam da orada ve o anda tümüyle yerine gelmektedir. Tanrı bu olay –yani İbrahim’in biricik oğlunu sunması– aracılığıyla gelecekte gerçekleştireceği daha büyük bir işe dair bir delil bırakmıştır. Eski Antlaşma bu tür delillerle doludur ve o delillerin gösterdiği kişi İsa Mesih’in ta kendisidir.

Tam da bu noktada “iyi ve sevecen bir Tanrı nasıl kendi oğlunu kurban olarak sunar!” şeklinde bir itiraz daha yapılabilir. Fakat sanıyorum sizler de okumaktan biraz olsun yorulduğunuz için bu soruyu başka bir yazıya bırakıyorum.

Yazar: Yeşua Özçelik
Dipnotlar:

[1] Orijinal dilinde ve Eski Antlaşma’da “yakmalık sunu” ifadesi geçer. İfadenin anlamı için beşinci dipnota bakınız.
[2] Richard Dawkins, Tanrı Yanılgısı, Kuzey Yayınları, s. 227.
[3] Nahum M. Sarna, Genesis, JPS Torah Commentary (Philedelphia: Jewish Publication Society, 1989), s. 151.
[4] Paul Copan, Is God a Moral Monster, Baker Books, 2011, s. 47-8.
[5] Yakmalık sunu ifadesi, uzmanlara göre Eski Antlaşma’da bir kurbanın yakılarak sunulması anlamına geldiği gibi bir şeyin Tanrı’ya adanması anlamına da gelmektedir. Fakat bu hikâyenin bağlamı ilk anlama işaret etmektedir.
[6] Erwin W. Lutzer, Ahlak Ölçütleri, Haberci, 2018, s.119
[7] David Atkinson ve Joice G. Baldwin, Yaratılışın Mesajı, Haberci, 2012, s. 364.
[8] Paul Copan, Is God a Moral Monster, Baker Books, 2011, s. 49.
[9] Tipoloji, Eski Antlaşma’daki bir örneğin, karakterin veya temanın Mesih’te tam anlamına kavuştuğunu iddia etmesine ve Kutsal Kitap’ın bu tarz bağlantıları inceleyerek yorumlanmasına verilen addır.
[10] Yaratılış 22:14.
[11] Ilsup Ahn da “Hristiyan Etiği Nasıl Mümkündür?” adlı makalesinde bu noktaya işaret etmektedir.

Tartışmaya katılın

Yazarın Diğer Makaleleri

Merak Uyandıran Gökyüzü

Tarih boyunca insanoğlunun en çok merak ettiği sorulardan ikisi sanırım şunlardır: Bu evrende yalnız mıyız? Dünya dışında bizimkine benzer şekilde yaşam olasılığının var olduğu bir başka gezegen var mı? Aydınlanma döneminin önemli düşünürlerinden...

Alım Gücünün Ötesi (Devam)

Manevi zenginlik öncelikle kişinin kendisini fark etmesinden geçer. Antik bilgelerin “kendini bil” düsturunda olduğu gibi insanın kendisini tanıması, neye sahip olup olmadığının bilincine varması önemlidir. İşte bu noktada insana dair kabullerimiz...

Alım Gücünün Ötesi

Malum bugünlerde ekonomi uzmanlarının vurgu yaptığı en önemli noktalardan birisi insanların alım gücü meselesidir. Bir kişinin maaşı artabilir; fakat alım gücü düşebilir. Bu da ülkenin ekonomisinin gidişatına bağlıdır. Alım gücü sahip olduğumuz...

FideCultura

Son eklenenler