The Invention of Lying – Yalanın İcadı

Dini inanç konusundaki eleştirileri ile dikkat çeken bir komedyen olan Ricky Gervais, Matthew Robinson ile birlikte senaryosunu yazıp yönetmeliğini üstlendiği 2009 yapımı “The Invention of Lying” (Yalanın İcadı) adlı filmde ilginç bir konuyu ele almakta ve hiç kimsenin yalan söylemediği – ya da söyleyemediği bir dünyada– yalan söylemeyi keşfeden bir kişinin hikâyesini anlatmaktadır. Film, bir nevi Jôse Saramago’nun hikâyelerini de anımsatmaktadır. Dünyada yeni bir şeyler meydana gelir ve izleyici bu yeni şeyin oluşturduğu senaryo üzerinden bir düşünce deneyine ortak edilir.

Film yalanın olmadığı bir dünyayı tasvir ederek başlar. Burada göze çarpan şey dünyanın ne kadar sıkıcı ve acımasız olacağı gerçeğidir. Sanki senarist bizlere “yalan söylemeyeceksin” buyruğunun geçerli olduğu bir dünyanın neye benzeyeceğini betimleyerek, ‘ideal durum’ diye değerlendirdiğimiz bir dünyanın pek de ideal bir dünya olmadığını göstermeye çalışmaktadır. Film içerisinde bolca Tanrı inancı karşıtı karikatürize imgelemler de kullanmaktadır. Tanrı inancı, yalanı keşfeden kişinin söylediği bir yalandan ötürü ortaya çıkmak durumunda kalmıştır.

Öncelikle şunu söylemem gerekir ki mantığı bir kenara bırakıp izlediğinizde her şey çok mantıklı gelmektedir. Aslında film her ne kadar yavaş akan kısımları olsa da izlemesi ilginç bir teması olması nedeniyle keyiflidir. Açıkçası çokça üzerine düşünmediğimiz bir durumu hayal etmemize olanak sağlar. Bir tür düşünce deneyi gibidir. Filmin başlarında insan gerçekten de yalanın olmadığı dünyanın pek iç açıcı olmadığı katı gerçeği ile yüzleştiriliyor gibidir. Düşünce deneylerini ve tasavvur etmeyi seven bir kişi olarak, filmin bazı durumları daha derin düşünmemi sağladığını söylemem gerekir.

İşte, derin düşünürken de senaryodaki boşluklar bir bir zihnimde belirmeye başladı. İlk aklıma takılan şey, insanlar ahlaki açıdan türlü türlü kötülükler yapabiliyorken yalanı henüz bulmamış ya da söyleyemiyor olmaları pek makul gözükmedi. Yalanı da bir tür ahlaki yozlaşmanın bir parçası olarak düşündüğümüzde neden sadece yalan henüz keşfedilmemiş sorusu ortaya çıktı. Bence bu önemli, çünkü film bize bir anlamda dini açıdan idealize edilmiş bir ortam sunuyor havasını yaratmaktadır. Fakat aslında pek de ideal bir ortamdan söz etmek mümkün değildir.

İkinci olarak, doğruların konuşulduğu dünya birçok öznel fikri barındırmaktadır. Örneğin, bir kişi size çirkin, basiretsiz olduğunuzu ya da zeki olmadığınız söyleyebilir. Fakat konuşulan birçok ifade somut gerçekler olmayıp kişisel düşüncelerdir. Bunlar kişinin düşüncelerini doğru yansıtıyor olabilir fakat gerçeği  doğru yansıtıyor mudur? İşte bu aslında klasik argümanı tekrar gündeme getirecektir: Tanrı olmaksızın objektif ahlaki değerlerden bahsetmek mümkün müdür? Bu kişisel fikirler önemsiz gerçekler gibi gözükse de film bizlere bunların kişinin yanlış evlilik yapmasına ve hatta insanların yaşamlarını son vermeye çalışmalarına neden olabileceğini söylemektedir. Bu filmi de basit bir düşünce deneyi olarak ele alma ayartısı durumu söz konusudur. Fakat film bir dünya görüşünü savunmakta ve düşünce dünyamızda yer edinecek fikirleri bize sunmaya çalışmaktadır. Bu nedenle bunu da göz ardı etmemek önemlidir.

The Invention of Lying - The Santa Barbara Independent

Üçüncü olarak, yalan söyleyebilme yetisine kavuşan Mark, annesi ölüm döşeğindeyken onu rahatlamak için bir tür cennet tasviri yapar. Yalanın icat edilmediği dünyada, ölümden sonrası büyük bir sessizlik gibi görünmektedir. Ölümden sonrası hakkında konuşmak, tıpkı Wittgenstein’ın konuşulmayanının konuşulması gibidir.[1] İnsanlar bir kişinin yalan söyleyebileceğini düşünmediklerinden ölüm sonrası gizemin aralanması kişinin doğru söylemiyor olma ihtimali dışında birçok soruyu da beraberinde getirmektedir. Sevdiği kız olan Anna, Mark’a ölümden sonra hayat hakkında söylediklerinin doğru olup olmadığını sorarken yukarıda bir adamın olup olmadığını sorunca “hayır” yanıtını almaktadır. Fakat öncelikle bunun bir yalan olup olmadığı nasıl bilinecektir? Yani bu kişiye nasıl güveneceğiz? Sonuçta gökte bir kişinin olduğunu söylediği gibi olmadığı konusunda da bizi kandırıyor olabilir. Bununla birlikte, aslında doğruyu söylemiş olsaydı “bilmiyorum” yanıtını vermesi gerekirdi. İnsanlar doğru söylediklerinde ölümden sonrası hakkında konuşamadıkları gibi gökteki adam hakkında da konuşamazlar, çünkü böyle bir bilgiye sahip değillerdir.

Aslında film bizi yalan söylemenin erdemsiz bir davranış olduğu fikrine götürmektedir. Yalanı icat eden Mark, kız arkadaşı Anna’ya doğruyu söyler. Neden? Çünkü bu ona yanlış görünür. Bir kişiyi kandırmak ahlaki açıdan kusurludur ve erdemli olmayan bir yaklaşımdır. Dolayısıyla film her ne kadar yalan söylemeyen dünyanın sıkıcı ve acımasız olduğunu göstererek başlasa da, aslında geldiği nokta doğruyu söylemenin erdemi ve önemidir.

The Invention of Lying (2009) directed by Ricky Gervais, Matthew Robinson •  Reviews, film + cast • Letterboxd

Yeri gelmişken söyleyeyim. Bu noktada beyaz yalanların ne kadar çok işe yaradığı ve hayatı yaşanılır kıldığı ileri sürülebilir. Fakat filmin gösterdiği şey yalan söyleyebilme yeteneği hiçbir zaman bizim beyaz yalan gibi düşündüğümüz durumlar ile sınırlı kalmamaktadır. Ayrıca kişisel ve anlık çıkarımız doğrultusunda bu beyaz yalanların sonuçlarının ne kadar büyük olabileceğini göz ardı etme eğiliminde oluruz. Son olarak, tekrar söylemek gerekirse yalanın icat edilmediği dünya tasviri, kötülüğü dışarıda bırakmadığından ideal bir ortam olamaz. Ayrıca doğruyu söylemek, her zaman her şeyi pat diye (olumsuz bir dille) ortaya dökmek anlamına da gelmemektedir. Bu nedenle İncil’de gerçeği tuzla terbiye edilmiş bir şekilde söylemenin önemine değinir.[2]

Son olarak, film Tanrı inancı konusunda birçok karikatürize edilmiş fikri sunmaktadır. En temelde Tanrı’nın her şey üzerinde olması ve her şeye hakim olmasını karikatürize eder. Bütün sebep sonuç ilişkilerinin aktif faili bu kişidir. Tüm sıralanan nitelikler, basite indirgenmiş –ve çoğunlukla yanlış yönlendirilmiş bir şekilde– seyirciye sunulmaktadır. Tanrı’nın kötülükler ile dolu bir dünyada her bir sonucun aktif nedeni olması fikri, Tanrı’nın her şeyin üzerinde mutlak hakim olmasının karikatürize edilmiş bir versiyonudur. Dolayısıyla film Tanrı’nın sıfatları ve kimliği hakkında pek çok korkuluk safsatası diye tanımlanan mantık hatası örneği sunmaktadır.

Kanımca film hayal gücümüze hitap etmesi nedeniyle ilginç ve keyifli, pek hızlı akmaması nedeniyle fena değil, ama felsefi anlamda sergilediği tutarsızlıklar nedeniyle tuhaflıklar ile doludur.

Aslında filmin sonunda insan gerçekler neden bu kadar önemli sorusunu sormadan da edemez…

Yazar: Yeşua Özçelik
Dipnotlar:

[1] Ludwig Wittgenstein, Tractatus- Logico Philosophicus, Çev. Oruç Aruoba, (İstanbul: Metis, 2013), s. 173.
[2] Koloseliler 4:6; 1. Petrus 3:16.

Tartışmaya katılın

Yazarın Diğer Makaleleri

Merak Uyandıran Gökyüzü

Tarih boyunca insanoğlunun en çok merak ettiği sorulardan ikisi sanırım şunlardır: Bu evrende yalnız mıyız? Dünya dışında bizimkine benzer şekilde yaşam olasılığının var olduğu bir başka gezegen var mı? Aydınlanma döneminin önemli düşünürlerinden...

Alım Gücünün Ötesi (Devam)

Manevi zenginlik öncelikle kişinin kendisini fark etmesinden geçer. Antik bilgelerin “kendini bil” düsturunda olduğu gibi insanın kendisini tanıması, neye sahip olup olmadığının bilincine varması önemlidir. İşte bu noktada insana dair kabullerimiz...

Alım Gücünün Ötesi

Malum bugünlerde ekonomi uzmanlarının vurgu yaptığı en önemli noktalardan birisi insanların alım gücü meselesidir. Bir kişinin maaşı artabilir; fakat alım gücü düşebilir. Bu da ülkenin ekonomisinin gidişatına bağlıdır. Alım gücü sahip olduğumuz...

FideCultura

Son eklenenler