Geçmişte İskoçya’da yaşayan genç bir adam olarak ben, çarmıh sembolünün bolca sergilendiği bir ortamda büyüdüm. Buna rağmen, çarmıhla ilgili kafam çok karışıktı: İyi yönüyle bir gizem, kötü yönüyle de bir hor görme, iğrenme objesiydi benim için. Ne anlama geldiğini ve dindar kişilerin bunun neden önemli olduğunu düşündüklerini bilmiyordum, fakat ben hiç alakadar değildim.
Elbette, fikrim sonradan değişti. Neden? Bu yazı ilerledikçe, anlatacağım. Fakat öncelikle bu konuda bize yardımcı olabilecek bazı sesleri duyalım. Londra King’s College’da eğitim, hizmet ve teoloji profesörü olan Alister McGrath şöyle yazar: “Tanrı kendisini ‘çarmıhın utancı ve alçak gönüllülüğünde’ tanıtarak nasıl alçalttıysa, biz de onunla karşılaşmak için kendimizi öyle alçaltmalıyız. Anlayışımıza ve yeteneklerimize güvenmek yerine, Tanrı’yı bulmak için bakmamız gereken yerin bize bildirilmesine hazır olmalıyız. Aslında, gözlerimizi Tanrı’nın bizim istediğimiz yerde ortaya çıkmasını arzuladığımız düşüncelerden uzaklaştırıp, bize verilen, bildirilen bir yere çevirmeliyiz.” (1)
Başka bir deyişle, hiçbir şey bir kişiyi bireysel tarihinde, deneyiminde veya bilgeliğinde, Tanrı’nın bize yaklaşma yollarına tam olarak hazırlayamaz. Çarmıhta, beklemediğimiz bir şey açığa çıkar, bir skandalın örtüsü kaldırılır, bizim asla açıklayamayacağımız ya da isteyemeyeceğimiz bir şey bize verilir. Ünlü yazar Phillip Yancey bunu biraz daha açıklar: “Burada, çarmıhta, düşmanlarını seven, doğruluğu Ferisiler’inkinden üstün olan, zenginken fakirleşen, mintanını almak isteyene abasını da veren, kendisine zulmedenler için dua eden adam durmakta. Çarmıh, Tanrı’nın Egemenliği’ne giden yolun üzerinde bir sapak veya engel değildir, hatta Tanrı’nın Egemenliği’ne giden yol bile değildir; çarmıh Tanrı’nın Egemenliği’nin aramıza gelmesidir.” (2)
Fark ettim ki, sahip olduğumuz yanlış fikirler ve görüntüler hayatlarımızdaki çoğu felaket ve mutsuzlukların nedenidirler. Birçoğumuz çarmıhın amacı ve anlamı hakkında önemli ölçüde çarpıtılmış fikirlere sahibizdir. Birçok kişi, “günah” ya da insanlığın Tanrı’nın gözündeki durumu hakkında düşündüğünde aklına gelen şey belki de elinde kurabiye kavanozuyla yakalanmış bir çocuğun görüntüsü gibidir. İtaatkârsızlık ve hatta yaramazlık gibi bir kavram bunu iyi bir şekilde açıklayabilir, fakat gerçekten o kadar da önemli midir? Kesinlikle bu, çarmıh gibi aşırı bir tepkiyi haklı çıkarmak için yeterli bir örnek değildir. Böyle bir benzetmenin sonucu olarak, bizim günaha ilişkin ahlaki görüşlerimiz umursamazlığı veya bıkkınlığı teşvik etmeye meyillidir. Cevabımız, kabahatimizle kıyaslandığında çok orantısız görünmektedir.
Fakat hadi bu benzetmeyi değiştirelim. Bir gün, rutin bir sağlık kontrolüne gittiğinizi ve sizde ölümcül bir virüs bulduklarını düşünün. Hiçbir şey yapmadınız. Sorumlusu da siz değilsiniz, fakat buna maruz kaldınız ve virüs size bulaştı. Durumun adaletsizliğini hissediyorsunuz, korkuyorsunuz, sinirlisiniz. Fakat en önemlisi, ciddi derecede hastasınız. Ölüyorsunuz ve yardıma ihtiyacınız var.
Çarmıh ve müjde, gerçek anlamlarında, kurabiye kavanozunun kurallarına uymayı reddeden çocuğun eline hafifçe vurulmasından çok daha farklıdır. Hayatınızı ve ahlaki değerlerinizi gözden geçirip toparlanmanız için size verilen, uymanız gereken bir tavsiyenin kabulü değildir. Yalnızca iyi biri olmanın size neler kazandıracağı hakkında sizi bilgilendiren bir fikirler bütünü değildir. Çarmıh, bir tedavi konusudur, bir doktorun arabuluculuğudur; bir çözüm sağlamak ve hayatı keşfetmekle ilgilidir.
Çarmıh, günah ve ölüm sorunu için aşırı ve saldırgan bir ölçü gibi görülebilir – fakat ya gereken tedavi tam da buysa? Çarmıh, kurtuluş umudunu mucizevi bir biçimde yakınımıza getirmek için, kendini günah ve hastalığın üzerine fırlatıp atan Tanrı’yı sarsıcı bir şekilde tasvir eder.
Bazıları bunu şok edici bulur, bazıları haddinden fazla şiddetli, bazılarıysa doğru olamayacak kadar iyi. Fakat ne olursa olsun, bu hepsidir ve herkes içindir.
Stuart McAllister.
Çeviri: Egesu Özkara
(1) Alister McGrath, The Mystery of the Cross, (Grand Rapids: Zondervan, 1988), 104.
(2) Philip Yancey, The Jesus I Never Knew, (Grand Rapids: Zondervan, 1995), 196.