Felsefe Öldü Mü?

Bölümü oynat

Bilim, özellikle fizik ve biyoloji alanlarında her geçen gün daha fazla gelişme göstererek gerçek anlamda çok önemli bir mesafe kat etmiştir. Öyle ki bunun bir yan ürünü olarak bazı bilim adamları artık her şeye çözüm üretebildiklerini ve sorulmuş en derin sorulara cevap verebildiklerini düşünmeye başlamışlardır. Böyle bir düşünce beraberinde felsefenin artık modasının geçtiği ve işlevini kaybettiği izlenimi yaratmaktadır. Bu yaklaşım dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking’in Leonard Mlodinov ile birlikte yazdığı “Büyük Tasarım” adlı kitabında da görülür. Kendimizi, içinde bulduğumuz bu dünyayı nasıl anlayabiliriz? Evren nasıl devinir? Gerçeğin doğası nedir? Bütün bunlar nereden geldi? Evrenin bir yaratıcıya ihtiyacı var mı? Çoğumuz zamanımızın tümünü bu soruları düşünerek geçirmeyiz, ama hemen hepimiz zaman zaman bu soruları düşünürüz. Geleneksel olarak bunlar felsefeye ait sorulardır, ama felsefe ölüdür. Felsefe, bilimdeki özellikle fizikteki çağdaş gelişmelere ayak uyduramamıştır. Hawking’in kitabı boyunca söylemeye çalıştığı şey açıktır: Felsefe ölmüş ve yerini bilime teslim etmiştir! Böylesine sansasyonel bir açıklama aynı zamanda Friedrich Nietzsche’nin ünlü “Tanrı öldü!” deyişini hatırlatır. Sanırım insanlar zaman zaman görüşlerini daha çarpıcı kılmak adına bu tarz cüretkâr deyişlerde bulunabilmektedirler. Peki, ama Hawking’in bu beyanı, gerçeği ne kadar yansıtmaktadır? G.W. Leibniz öncelikli olarak sorulması gerekenin “Niçin hiçbir şey yerine bir şeyler var?” sorusu olduğunu belirtmiştir. Hawking kitabında bu soruya cevap aramaktadır. Fakat Hawking’in açıklamalarında şaşırtıcı mantık hataları vardır. Örneğin, Hawking ve aralarında Lawrence Krauss gibi popüler kişilerin de olduğu bazı zeki teorik fizikçiler, evrenin bir “hiçlikten” kendi kendine varlığa geldiğini beyan etmektedirler. Burada yapılan ciddi hata başlangıçta “hiçlik” olarak varsayılanın aslında gerçek anlamda bir hiçlik olmamasından kaynaklanmaktadır. Günlük hayatta her ne kadar hiç kelimesini farklı bağlamlar içinde kullansak da ‘hiçlik’ kelimesi sözlük anlamı itibariyle hiç olmama durumudur. Ancak Hawking ve Krauss gibi ateist fizikçilerin genelde hiçlik ile kastettikleri şey aslında “kuantum vakumu” ya da “yer çekimi kanunu” gibi “bir şeydir”. Kitabın özeti, John Lennox’ün de harika bir şekilde ifade ettiği gibi “Yer çekimi kanunu olduğu için kâinat kendi kendisini yoktan var edebilir” önermesidir. Umarım siz de görebiliyorsunuz. Başlangıçta kuantum vakumunun ya da yer çekimi kanunlarının var olduğu varsayılır. Yani ortada bir “hiçlik” yoktur, aksine “bir şeyler” vardır. Hawking başlangıçta hem hiçbir şeyin var olmadığını, hem de bir şeylerin var olduğunu söyleyerek şaşırtıcı bir hata yapmaktadır. Bir başka hata ise, Hawking’in “Büyük Tasarım” adlı kitabının başında ele aldığı üç temel sorunun adı üstünde “felsefi” sorular olmasıdır. Daha da ilginç olan kısım ise, felsefenin öldüğüne ilişkin yaptığı açıklamanın kendisinin de yine “felsefi” bir açıklama olmasıdır. Prof. John Lennox bir konuşmasında Hawking’in harika bir kritiğini yaparak şunları söyler: Hawking kâinatın yoktan var olduğunu söylüyor ki aslında yok farz edilen aslında yok değil, ama var olan şeylerdir. Bu çelişkili ilk noktadır. Sonra kâinatın kendisini yarattığını söyler ki bu da kendisiyle çelişmektedir. Ama en çarpıcı olan ise kâinatın varlığını yer çekimi ile açıklamasıdır. Bu da çelişkili bir ifadedir. Çünkü doğa kanunları da kendisinden önce var olan doğayı tanımlarlar. Bu övülen kitabın ana fikri üç noktada çelişmektedir. Filozof arkadaşlarım diyor ki: “İşte felsefenin öldüğünü söylemenin sonucudur bu!” Sanırım “Felsefe Öldü!” demek için henüz daha erken değil mi? Bu kadar cüretkâr bir iddianın böylesine bir hata içermesi ancak ve ancak felsefeyi ciddi anlamda hafife almanın bir bedelidir ve ders niteliğindedir. Ayrıca felsefeyi yok saymanın getirdiği benzer çelişkili durum pozitivist bilim adamlarının ağzından sıkça duyulur: “Deneysel bir biçimde doğrulanamayan ya da kanıtlanamayan her şey anlamsızdır” denilir. Sanırım bu açıklamadaki benzer hatayı siz de fark etmişsinizdir. Eğer deneysel olarak kanıtlanmayan her şey anlamsız ise, o zaman yukarıdaki yargı da hiçbir anlam ifade etmemektedir. Çünkü açıklamanın kendisi de deneysel olarak kanıtlanmayan metafizik bir açıklamadır.

Tanrı’yı Kim Tasarladı?

Günümüzün belki de en popüler ilk üç ateist bilim adamından biri olan ve Hawking gibi düşünen Richard Dawkins de “Tanrı Yanılgısı” adlı kitabında bizlere şu soruyu sormaktadır: “Her şeyi Tanrı tasarladıysa, Tanrı’nın tasarımcısı kimdir?”. Bu soru hem felsefe hem de bilim açısından anlamsız ve saçma bir sorudur. Fakat bilimsel yanıtı bir kenara koyup soruyu felsefi ve teolojik anlamda ele alırsak, Hristiyan inancında – ve tek tanrılı inançlarda- Tanrı her şeyi yarattığından O’nun haricinde ve O’ndan bağımsız bir varlık bulunmamaktadır. İkincisi, yine Hristiyan inancında Tanrı doğası gereği yaratılmamış olduğundan Tanrı’nın bir tasarımcısı olması saçmadır. Bu, kavramların birbirine karıştırılması anlamına gelmektedir. Bunun gibi ölü bir felsefenin ürünü olan popüler sorular çoğaltılabilir. Kısacası felsefenin küçümsenmesi dünyanın en zeki kişileri de olsa insanların basit mantık hataları yapmalarına ve saçma sonuçlar ortaya koymalarına neden olmaktadır.

Yeşua ÖZÇELİK  

* Bu makale, Miras Dergisi’nin 8. sayısında yayınlanan ‘Felsefe Öldü Mü?’ başlıklı makaleden alınmıştır.

Yeşua Özçelik
Tarafından yayımlandı
Yeşua Özçelik
Tartışmaya katılın

Diğer makaleler

FideCultura

Son eklenenler

Bölüm 1