Dedektif ve Teori

Bölümü oynat

Eğer Sherlock Holmes’ün gerçek mi yoksa hayali bir kahraman mı olduğunu araştırmak isterseniz, internette okuyacağınız her şeye inanamazsınız. Holmes’ün “biyografisini” bulmak, Winston Churchill’inkini bulmak kadar kolaydır ve her iki kayıtta da gerçek ve kurgu karışımı var gibi görünür.1887 ile 1927 yılları arasında Sir Arthur Conan Doyle, sıra dışı gözlem yetenekleri ve tuhaf kişiliğiyle tanınan meşhur dedektif tiplemesini kaleme alır.  Holmes hem hatırlanmaya değen hem de sevilen bir karakterdir ve tamamen hayal ürünüdür.  Ne var ki ipuçlarının tamamen tersini gösterdiğini iddia edecek çok sayıda insan bulunması, garip bir ironidir. Holmes’ün kendisinin de bir keresinde söylediği gibi, “Yetersiz veriler üzerine ham teoriler üretme ayartısı, mesleğimiz için felakettir.”

Bilgiyi toplama ve yorumlama süreci asla sona ermez. Çocukluktan itibaren çevremizde fark ettiğimiz hayat kalıplarını öğrenir, her şeyin nasıl işlediği ve nasıl yaşamamız gerektiği hakkında teoriler üretiriz. Verilerin yetersiz olup olmadığını bilmeksizin bütün çocuklar alelacele teoriler yaratır.  Örneğin, soba üzerindeki tava parmakları yakar.  İşte bu bir çocuğun zor yoldan öğrenmiş olabileceği bir teoridir. Fakat veriler yeterli hale geldikçe, çocuğun teorisi hemen güncellenir. Örneğin sıcak bir soba üzerindeki tavanın belli parçaları parmakları yakar. Acının anısı uzun süre kalmasına rağmen, teorilerinin dünyayı anlama ve onunla ilişki kurmanın yolu olduğunu bilinçaltlarında kabul eder görünürler. Bu, doğru olmasını isteyebilecekleri, ihtiyaç duyabilecekleri ya da umabilecekleri sonu teorileştirmekten çok farklıdır. 

Garip biçimde Sherlock Holmes’ün sözünü ettiği ayartı, yani yetersiz veriler üzerine teoriler üretme, yaşla birlikte artıyor gibidir. Cevaplarını aradığımız sorular zorlaştıkça, doğru biçimde yorumlamak için aldığımız risk yaşla birlikte büyür. Yine de yetişkinler olarak teorilerimizi güncellemeye daha isteksiz oluruz.  Araştırmamıza dahil ettiğimiz eğilimler çoğu zaman verilerin yetersiz, hatta tahrif edilmiş olduğunu görmemize engel olur. Ayrıca yanmamızın acısını kolayca hatırlarız ve yorumumuzda bu hatıraya tutunuruz. Böylece hayatın en derin sorularına bile peşin hükümlü teorilerle karşılık veririz. Örneğin; “Tanrı var olamaz, çünkü eğer var olsaydı annem genç yaşta ölmezdi” ya da “tsunamiler ve kasırgalar insanları öldürmezdi” ya da “hâlâ mali bakımdan bocalıyor olmazdım”.

Yazdığı makalelerinin birinde F.W. Boreham lisede coğrafya dersinde ne kadar zorlandığını anlatır. Öğretmen uzak bir diyardaki hayattan söz ettiği zaman, kendisini hayalinde o diyara sürüklenmiş bulur ve orada o kadar çok zaman kalır ki, öğretmen çoktan başka bir konuya geçmiş olur. Bir gün öğretmeni Boreham’ı yine hayal kurarken yakalar ve “Dünyanın hangi coğrafyasını inceliyoruz?” diye sorar. Boreham’ın sıkıntısını gören arkadaşı ortak kullandıkları bir kâğıdın üzerine doğru cevabı karalayıverir. Boreham “Cevap Java” der. Öğretmen ise “İyi” der ve şöyle devam eder, “Şimdi söyle bana, soru neydi?”

Cevap olarak tutunduğumuz teoriler anlama yöntemi değil de sonucun kendisi haline gelirse, eninde sonunda soruyu görmez oluruz. “Eğer Tanrı varsa” dedikten sonra şöyle sorarız: “Neden Tanrı benim inanmak istediğim türde bir Tanrı değil?” ya da “Neden Tanrı, benim ihtiyaç duyduğum biçimde kendini açıklamıyor?”  C.S. Lewis, ateist olduğu yıllardan söz ederken şöyle anlatır: “Tanrı’nın var olmadığını düşünüyordum. Ayrıca var olmadığı için Tanrı’ya çok kızgındım.”  Sorduğumuz soruları bile anlamadan cevaplarına mantıksızca tutunuruz.

Yaratıcı ve kişisel olan bir Tanrı’ya ilişkin ipuçlarının çevremizi kuşattığına inanırız. Mesih’in günahkârları değiştirme ve hayatları dönüştürme gücünün eşsiz olduğuna eminizdir. Aynı zamanda kanıtları görmekten bizi alıkoyan cevaplara tutunmanın çaresizliğini de biliriz. Fakat bu cevaplar anlamak değildir. “Tanrı’nın görünmeyen nitelikleri -sonsuz gücü ve Tanrılığı- dünya yaratılalı beri O’nun yaptıklarıyla anlaşılmakta, açıkça görülmektedir. Bu nedenle özürleri yoktur” (Romalılar 1:20).  Tanrı’yı, varlığına dair kanıtların gerçekten neler olduğunu görmek isteyen bir zihinle mi araştıracağız? İsa’nın Tanrı’nın Egemenliğini küçük bir çocuk gibi kabul etme çağrısından öğreneceğimiz bir şeyler vardır mutlaka.

Yazar: Jill Carattini
Çeviri: Senem Ekener


Admin
Tarafından yayımlandı
Admin
Tartışmaya katılın

Diğer makaleler

Bölüm 152

Darmadağın Evim

Kathleen Norris, “Üzgün Canavar” adında bir şiir yazan küçük bir çocuğun hikâyesini anlatır. Şiir bir itirafla başlar: “Babasının ona...

Bölüm 151

Tatlı, Acı

Genelde iyimser bir insan sayılırım. Kötü durumların iyi taraflarını bulurum, dünyaya umut dolu gözlüklerle bakarım ve kişisel ilişkilerde...

FideCultura

Son eklenenler

Bölüm 154