Rahibe Teresa – Sevgi Görevlisi

Sam Wellman’ın kaleminin ürünü olan kitap, Rahibe Teresa olarak tanınan bir Arnavut kızı, Gonca Boyacı’nın olağanüstü hayat hikâyesini anlatır. F. Nur Nirvan tarafından Türkçeye kazandırılır ve 2007 yılında Haberci Yayınlarından çıkar.

Gonca’nın yaşamını okumaya başladığımız andan itibaren neden kendini böylesi bir hizmete ve yaşama adadığını anlamamız çok zor olmaz. Hatta daha ilk satırlarda annesi ve babasının gösterdiği örneklik erkek ve kız kardeşinin aksine onun üzerinde oldukça etkili olduğunu da net bir şekilde görebiliriz. Annesinin evlerinde ağırladığı bazen sessizce ve çoğunlukla ağır kokularıyla gelen misafirlere “akrabalar, bizim halkımız” tanımı, yemek, bakım ihtiyaçlarının benzer şekilde karşılanması, zor, ağır koşullara sahip kişilerle yüz yüze gelmesi açısından Rahibe Teresa için her zaman çok normal ve tanıdık gelen şeylerdir. O küçük yaşına rağmen sadece eve gelen değil, ama dışarıdaki yoksullara, yaralılara ve hatta bazen belki de ayyaşlara yardım etmek üzere annesiyle birlikte dolaşması ise onun için bambaşka deneyimler kazanmasına aracılık eder. Onları temizlemek, yaralarını sarmak, doyurmak Gonca için artık günlük rutinin içindedir. Öyle ki buralarda karşılaştıkları iyileşmeler de onun en büyük teşvik kaynağı olur. Fakat yine bu noktada da annesi diğer herkesten farklı olan tutumunu sergiler ve Gonca’nın gelecekte olacağı kişi için gerekli olan tohumu ekmeye devam eder.

“Annesi ‘Sus!’ diye bağırdı. ‘Böyle insanlara yardım ettiğin zaman okyanustaki bir çakıl taşının sıçrattığın suyun minik sesinden daha fazla gürültü yapmamalısın.” (s.10)

Küçük yaştayken kaybettiği babasının ardından annesi hem ailenin tüm sorumluluğunu alır, hem de Gonca’yı benzer şekilde örnek olmaya devam eder. Yaşı ilerledikçe kilise içinde bir yaşam düşünmeye başlayan Gonca, orada geçirdiği zamanlarda Hindistan’la ilgili okumaya ve öğrenmeye başlar. Ülkenin büyüklüğü, halkın sayısı, acısı, siyasi durumu ile Gonca Hindistan hikâyelerinden çok etkilenir. Fakat bunun, Hindistan’a gidip orada hizmet etme arzusunun, gerçekten Tanrı’nın isteği olup olmadığını bilemez.

Gonca yaşamı üzerinde vereceği kararda, her ne kadar bu ailesi için çok kolay kabul edilebilir olmasa da, Peder Jambrekovich’in “Sevinç bir pusuladır. Düşündüğün yol güç bile olsa, senin yolunun bu olup olmadığını sevinç sana söyleyecektir.” (s.28-29)  sözlerini kendine rehber alarak, yüreğindeki sevinçle hem kilisede hizmet etme ve hem de aynı zamanda Hindistan’a gitme konusunda kararını kesinleştirir. Sanılanın aksine Avilalı Teresa’nın adını almamış, çok genç yaşta veremden ölen ve dinsel adı Çocuk İsa’nın Therese’i olan Therese Martin’in adının İspanyolca yazılışını olan Teresa ismini alarak inanılmaz hizmetinin hikâyesine başlar.

Her şeyini Rab’be adayarak hizmete başlayan, daha 26 yaşındayken bir lisenin yöneticisi olan, çok küçük yaştayken bile birçok yabancı dil bilen, yardım etmeyi arzuladığı insanlara sırf daha iyi hizmet edebilmek için temel tıp eğitimi alan, hiçbir şeyi yokken ve ona yardım etmek için gelen bir kişi ile yola koyulurken, önüne çıkan her ihtiyaca cevap veren merkezleri adım adım kuran ve her seferinde umudunu kaybetmeden yardımın Rab’den geleceğine yürekten iman eden bu minik kadın sonunda herkesin Ma’sı (anne) olur.

“Sevgi Görevlileri” adını vereceği hizmet grubunun oluşmasını Tanrı’dan dilerken içini günlüğüne olduğu gibi döker.

“Bugün yalnızlık ne büyük bir işkence, Tanrım. Yüreğimin bu acıyı daha ne kadar çekeceğini bilmiyorum. Gözyaşlarım aktıkça akıyor. Benim güçsüzlüğümü herkes görüyor. Tanrım, bana kendimle ve ayartıcıyla mücadele etme cesareti ver. Özgür iradem ve inancımla bulunduğum özveriden vazgeçmeyeyim.” (s.89)

Bu duayı eder çünkü kendisine emanet edileni bilir.

“İnsanoğlu* kendi görkemi içinde bütün melekleriyle birlikte gelince, görkemli tahtına oturacak. Ulusların hepsi O’nun önünde toplanacak, O da koyunları keçilerden ayıran bir çoban gibi, insanları birbirinden ayıracak. Koyunları sağına, keçileri soluna alacak. “O zaman Kral, sağındaki kişilere, ‘Sizler, Babam’ın kutsadıkları, gelin!’ diyecek. ‘Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan egemenliği miras alın! Çünkü acıkmıştım, bana yiyecek verdiniz; susamıştım, bana içecek verdiniz; yabancıydım, beni içeri aldınız. Çıplaktım, beni giydirdiniz; hastaydım, benimle ilgilendiniz; zindandaydım, yanıma geldiniz.’ “O vakit doğru kişiler O’na şu karşılığı verecek: ‘Ya Rab, seni ne zaman aç görüp doyurduk, susuz görüp su verdik? Ne zaman seni yabancı görüp içeri aldık, ya da çıplak görüp giydirdik? Seni ne zaman hasta ya da zindanda görüp yanına geldik?’ “Kral da onları şöyle yanıtlayacak: ‘Size doğrusunu söyleyeyim, bu en basit kardeşlerimden biri için yaptığınızı, benim için yapmış oldunuz.’ (Matta 25:31-40)

Bu emanete hizmet edebilme ayrıcalığına sahip olmak ve sadık kalmak artık onun için vazgeçilmez bir amaç olmuştur ve bu amacı başlattığı hizmetin kuruluş belgesinde açıklar.

“Amacımız, Rab’bimizin görevine ve öğretişine uygun olarak, kendimizi yoksulların en yoksullarına özgürce hizmet etmeye adayıp, böylece Tanrı’nın Krallığını özel bir şekilde duyurarak haçtaki İsa Mesih’in susuzluğunu gidermektir.

Bizim özel görevimiz, yoksulların en yoksullarının kurtuluşu ve kutsallığı için çalışmaktır. Baba’nın İsa’yı göndermesi gibi, İsa da, bütün dünyadaki yoksulların en yoksullarına sevgisinin ve merhametinin müjdesini duyurmamız için, Kendi ruhuyla dolu olarak bizi gönderiyor.

Bizim özel görevimiz herkese, özellikle de bakımımız altında olanlara İsa Mesih’i duyurmak olacaktır. Kendimize Sevgi Görevlileri adını veriyoruz.

“Tanrı sevgidir.” Görevli, ‘sevgi görevlisi’ olmalıdır, canı her zaman sevgiyle dolu olmalıdır ve bunu Hristiyan olsun olmasın başka canlara da yaymalıdır.” (s.99)

Ve o sevgiyi bu dünyanın görmediklerine, merhamet etmediklerine, unuttuklarına, hiçe saydıklarına taşır…

“Yeryüzünde tek bir canın bile onların ölmek üzere olan bedenlerini pis sokaktan kaldırmaya aldırış etmediğini bilmek, kötü durumda olan bu yoksulların her birinin yüreğini ne kadar kötü bir duruma getiriyordu. Ama sonra onları kaldıranlar oldu! Yumuşacık eller koşulsuz sevgiyle alınlarını okşuyordu. Evet, bu Sevgi Görevlileri’ydi. Sevgi.

Yaşlı bir adam ‘Buraya evrenin en kötü durumdaki yoksulu olarak geldim’ diye hıçkırarak ağlıyordu. ‘Şimdi melek gibi ölüyorum.’ ” (s.112)

Onun için rahatsızlık vermiş olsa da başlangıcı tek bir kişi olan bu yolcuğun, sadakat, iman ve sevgiyle vardığı nokta 1979 yılının sonunda belirlenen istatistikte şöyle özetlenir: Sevgi Görevlilerinin 158 evi olur ve bunların 86’sı Hindistan’dadır. Ölmek üzere ve kötü durumda olan 7.632 kişiye yardım edilir, sarsıcı durumda olan 4.100.000 hastaya tıbbi hizmet sağlayan 495 gezici klinik yönetilir, 103 cüzam hastanesinde 258.000 cüzamlı tedavi edilir. Kenar mahallelerde 15.800 öğrencisi olan 107 okul yönetilir, 900 çocuğa günlük bakım sağlanır, 2,770 yetim bakılır. 165.000 yoksul düzenli olarak doyurulur. Tüm bu zaman içinde sadece bu kadarla kalınmaz, hastaneler ziyaret edilir, ilmihal öğretilir, Pazar Okullarında ders ve evlilik danışmanlığı verilir, meslek eğitim okulları yönetilir. (s.184)

Aynı yıl Rahibe Teresa Nobel Barış Ödülü’nü kazanır. Asında birkaç sene öncesinden onun kazanacağına dair söylentiler dolaşıyor olsa da, o ödülden ziyade onunla birlikte gelecek olan parayı cüzamlılara evler yapmak için nasıl harcanabileceğine dair çoktan bir plan yapmaya koyulur. Tanrı’ya övgü yükselttiği bu ödülde konuşması, birkaç açıklamasının yanında barışla ilgili en sinsi düşman olarak gördüğü suçun eleştirisine yöneliktir; ama konuşmasını da mizahla bitirmekten geri durmaz:

“Bugün barışı en çok mahveden şeyin kürtaj olduğunu düşünüyorum, çünkü bu doğrudan bir savaş, doğrudan adam öldürme, annenin doğrudan işlediği bir cinayet. Kutsal Yazı’da Tanrı’nın çok açıkça “Bir anne çocuğunu unutsa bile, ben sizi unutmayacağım…” dediğini okuyoruz. Beni en çok etkileyen, bu cümlenin başlangıcı. Bir anne çocuğunu unutsa bile… Bu imkansızdır.

Bu nedenle bugün bu barışı en çok mahveden şey budur. Çünkü bir anne kendi çocuğunu öldürebiliyorsa, geriye benim sizi öldürmem ve sizin de beni öldürmeniz mi kalıyor? İkisinin arasında bir şey yok.

 Biri bana “Evli misiniz?” diye sordu. “Evet. İsa’ya gülümsemek kimi kez çok güç geliyor, çünkü kimi kez çok şey istiyor.” dedim. Bu, gerçekten doğru. İşte bu, sevginin geldiği yer. Çok şey istediğinde yine de biz Ona sevinçle verebiliriz.” 

Sevgi görevlisi, o en sevdiği İsa’sına 5 Eylül 1997 yılında, 87 yaşındayken kavuşur.

Elbette böylesine “olağanüstü” gerçek yaşam hikâyelerini okuduğumuzda onların birebir yaşanmış olması bizleri diğer kurgusal hikâyelerden çok daha farklı şekilde etkiler. Okuduklarımızın bizim de başımıza gelme riskini elle dokunur hale dönüştürür ve kaygı yaratır ya da tam tersi benzer bir hikâyenin kahramanı olmak için hayal gücümüzü zorlar. Fakat bu kitaptaki kahraman bize bambaşka bir şeyi hatırlatır ve sorgulatır. Yaşamımız kime ya da neye ait?

Annesini ve kız kardeşini 1928’de evden ilk ayırılışından sonra bir daha hiç göremeyen bu ufacık kadın, Vatikan’a yapacağı ziyaret için gittiği Roma’da orada evlenerek yuva kuran erkek kardeşini ise ancak 30 yıl aradan sonra görebilir. Sürenin uzunluğu o kadar üzücüdür ki görüştüklerinde ortak olan tek şey çocukluktan kalan şarkılardır. Dünyasal ailesini bu denli geride bırakabilen; ama ruhsal olarak ait olduğunu bildiği ailesiyle, hayatını “merhamet” sözcüğünün içini doldura doldura yaşayan ve en ufacık bir imtiyazı bile kabul etmeden, alınması gereken sıra dışı bir yardımı bile ince eleyip sık dokuyan bir kadının yaşamını sadece okuyarak da olsa tanımak, Tanrı’nın işlerinin ne kadar geniş, derin ve uzun olduğunu görebilmemiz ve biraz olsun anlayabilmemiz açısından çok değerli bir örnektir.

Bazen konforlu yaşamlarımızda, bazen gereksiz kaygılarımızda, bazen derin travmalarımızda, bazense yıkıcı kayıplarımızda, hala yaşıyor ve nefes alıyorken Tanrı’nın egemenliğinin ardından gitmeyi istemek ve seçmek mümkündür. Bize rağmen mümkündür. Bu kitap, ille de bir başka Rahibe Teresa’a olmamıza gerek olmasa da, aslında kendi hikâyemiz içinde bir sevgi görevlisi olduğumuzu bize hatırlatır ve bizi bu yolda teşvik eder.

RHEMA – Kış 2017 – 6.Sayı
Serda Ayık Sez

Tartışmaya katılın

Yazarın Diğer Makaleleri

İnanmak ya da Bilmek

İnsan olarak mutlak bir cevaba olan ihtiyacımız, insanın içine “fırlatılıp atıldığı” zannettiği dünyayı tanıma isteği, korunaksız kaldığı o dünyada etrafında olup biten her şeye kendince bir anlam yükleme ve böylece hayatta kalabilme çabası...

Peder Stu

“Father Stu” (Peder Stu), Rossalind Ross’un yazıp yönettiği, başrollerini Mark Wahlberg, Mel Gibson, Jackie Weaver, Teresa Ruiz paylaştığı 2022 yılı yapımı filmidir. Gerçek yaşam öyküsünden uyarlanan film, Peder Stuart Long’un boksörlükten rahip...

Encanto

2021 yılı yapımı filmin yönetmenliğini Charise Castro Smith, Byron Howard ve Jared Bush yapmış. Senaryosunu da yine Jared Bush ve Charise Castro Smith yazmış. Seslendirenler arasında da; Stehanie Beatriz, John Leguizamo, Wilmer Valderrama yer almış...

12 Öfkeli Adam

12 Öfkeli Adam, 1957 yılı yapımı Sidney Lumet’in yönettiği, senarysonu Reginald Rose’un yazdığı, yine Rose’un aynı adlı oyunundan uyarlanmış filmidir. Başrollerini ise Henry Fonda, Martin Balsam, John Fiedler gibi isimler paylaşır. Cinayetle...

Karanlık Kız

Orijinal ismi “Lost Daugther” olan filmin yönetmenliğini Maggie Gyllenhaal yapmış. Elena Ferrante’nin aynı adlı romanından uyarlanan senaryoyu da yazarın kendisi ile filmin yönetmeni birlikte kaleme almışlar. Başrollerde ise Olivia Colman, Jessie...

Tüm Zamanların Sevgisi

Jimi Hendrix, söz yazarı ve bir gitar virtüözü, rock tarihinin en etkili müzisyenlerinden biri. Janis Joplin, şarkıcı, söz yazarı. Kurt Cobain, ünlü rock grubu Nirvana’nın vokali, ritm ve solo gitaristi. İmanlı bir çevrede büyümüş, ünlü gospel...

FideCultura

Son eklenenler