Seçilmiş

Bölümü oynat

Yönetmenliğini Phillip Noyce’un yaptığı, başrollerini Brenton Thwaites, Jeff Bridges, Meryl Streep, Katie Holmes ve Alexander Skarsgard’ın paylaştığı 2014 yılı yapımı film olan “The Giver-Verici”, Lois Lowry’nin “Giver Quartet” olarak kaleme aldığı kitap dörtlemesinin ilkinin uyarlamasıdır. Ödüllü bir kitap olan ve daha çok gençlere yönelik yazılarak 93’te basılan kitap, oldukça eleştiri alır. Kimi okullarda yasaklanır, kimi okullarda ise mutlaka okutulması gerekenler arasında yer alır.

Hikâye herhangi bir renk, iklim ve araziden yoksun bir alanda geçer. Bireyselliğin olmadığı, savaşın, acının, ıstırabın, farklılıkların, seçimlerin, duyguların ortadan kaldırıldığı, doğal aileler yerine yapay ailelerin olduğu, dilin kontrol altında tutulduğu bir yer ve toplulukta, genç bir çocuk, yaşlı bir adam tarafından “gerçek” dünyanın gerçek acısını, mutluluğunu öğrenmek için seçilir. Fakat öğrendiği gerçekler hem kendi hayatını hem de içinde bulunduğu topluluğun hayatını tepetaklak eder.

Filmin özetini duyup da izlemeye başladığımızda içinde yaşadığımız dünyada olmasından rahatsızlık duyduğumuz birçok şeye karşılık bir önlem alınmış gibi duran, ütopik bir dünya beklentisi doğar. Fakat maalesef böyle bir dünyada yaşamanın nasıl olabileceği ile ilgili hayallerimiz, varsayımlarımız filmdeki dünyanın içine girdikçe beklentimizden çok uzak, distopik bir yaşamı bize getiriverir. Çünkü daha başlarken büyük bir eksikle başlar film, renklerin eksikliği ile…

İnsana her türlü alternatif dünyayı kurdurtmaya götürecek, insanın ilelebet kurtulmayı istediği acı ve kötülük problemidir yeniden karşı karşıya kaldığımız. Tüm hücrelerimize kadar hissettiğimiz insanı güvende tutma ihtiyacı, ona arzu ettiği dünyayı eliyle çizdirmeye ya da yaratmaya yeterli olamaz. Ne yaparsa yapsın önemli bir şey hep eksik kalır. Mutlulukla ya da kusursuzlukla bağlantılı olarak özgürlüğü verdiği yerde eşitliği sağlayamaz, eşitliği sağladığı yerde ise bir özgürlükten bahsedemez hale gelir. Seçme hakkı elinden alınan insanın, kendisine ait bir iradeden yoksun kalışı, insanlığına dair her şeyden vazgeçerek kendini duyarsız bir robota çevirmesine neden olur.

Rab’bin bize sevgisinden ötürü seçme hakkı verdiğini söylediğimizde bunun altının boş bir cümle olmadığının görsel yansıması olur bu film. İnsan olmamızı sağlayan, bu dünyada bir amaca sahip olarak yaşamamıza aracılık eden bir düzenin temeli seçimlerimiz olarak karşımıza çıkar. İnsani olarak zayıflığımızı, bencilliğimizi düşündüğümüzde seçme özgürlüğünü hep yanlış taraftan yana yapma eğilimimizi hatırlamak ise böyle bir dünyanın kuruluş amacının haklı sebebi olarak karşımızda durur.Seçimlerimizle kötüye ve acıya sebep olma ihtimalimiz olsa da farklı bir seçim yapma, bir başka fırsatta farklı bir cevap verme hakkımızın da olduğunu tam burada hatırlamak faydalı olabilir.

Seçimlerimizi belirleyen deneyimlerimiz ve duygularımızla hayatı sindirme ve yorum yapma şeklimiz de bizi başkalarından farklı ve biricik kılar. İşte bu farklı ve biriciklik içinde yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz önemli hale gelir. Duygularımız elimizden alındığında işte ancak böylece canlı, sıcak, renkli, farklılıklarımızla gerçekten yaşayan bir dünyadan bahsetmemizin imkansızlığı gayet anlaşılır hale gelir. Diğer yandan gelip geçici olduğunu görüp deneyimlediğimiz düşüncelerimiz ise tam da bahsettiğimiz bu duygularla birlikte hareket ederken, güvensiz bir alanda kendimizi dans ederken buluvermek de kaçınılmaz olur elbette.

Amaç sadece çeşitlilik meselesi değildir, hayatta kalabilmemiz için korkularımıza, kaygılarımıza ihtiyacımız vardır. Öfkemizle yanlış giden bir şeylerin ayırdına varırız. Kaygılarımız bizi olası bir tehlikeden korur. Bize aslında kılavuzluk eden ve düşüncelerimizin arkasında kendilerini gizlemeyi başaran duygularımızdan sadece haberdar olmak değil ya da duygularımızın sadece körü körüne bir iç güdü olarak bizi ele geçirmeleri değil; ama onları fark ederek, duygularımızın kulak kabartılamaya duydukları ihtiyacı görmek de önemlidir. Önemlidir, çünkü düşüncelerimizin[1] yenilenmesi, duygularımızdan haberdar olmamızla doğrudan bağlantılıdır. Tam da bu yenilenmeyle beraber seçimlerimizin değişmesi de mümkün hale gelebilir.

Eğer bir özgür iradeden bahsediyorsak, aynı zamanda elimizden her şey alınsa da dünyanın en kötü koşulu dahi olsa “insanca” cevap verebilme hakkını daima elimizde tutabileceğimizden de bahsedebiliriz. Bu hakka rehberlik edecek en özel ruh hali ise tanrısal bir eylem olan, sevgidir. Filmde “bazı şeyleri tetikleyecek bir hırs” olarak tanımlansa da yine aynı sevgi “beraberinde inancı, umudu getirir” sözleriyle onun kapsamını ve etkisini de belirlemiş olur. [2] Daimî ve asıl kalıcı olanı bize yeniden hatırlatacak ve bu eylemin tam karşılığını verecek tek varlık Tanrı’nın kendisidir.

Film de sonunda kulaklarımıza ulaşan ilahi ile birlikte bizi kendi benzerliğinde değişmeye çağıran, yeniden otantik halimize dönüştürmek, ihtiyacımız olan korunaklı alana davet etmek, acıya ve ıstıraba sonsuza kadar cevap vermek üzere dünyaya gelen İsa Mesih’in doğumundaki mucizeyi hatırlatır.


[1] “Bu çağın gidişine uymayın; bunun yerine, Tanrı’nın iyi, beğenilir ve yetkin isteğinin ne olduğunu ayırt edebilmek için düşüncenizin yenilenmesiyle değişin.” Romalılar 12:2

[2] “İşte kalıcı olan üç şey vardır: İman, umut, sevgi. Bunların en üstünü de sevgidir.” 1.Korintliler 13:13

Yazan: Serda Ayık Sez

Serda Ayık Sez
Tarafından yayımlandı
Serda Ayık Sez
Tartışmaya katılın

Diğer makaleler

Bölüm 169

Huzuru Bulmak

J.P. Moreland’in “Huzuru Bulmak” kitabı 2020 yılında Terapi Kitap’tan çıkan ve Ayşe Ulucak tarafından Türkçeye kazandırılan kitabıdır...

FideCultura

Son eklenenler

Bölüm 128