Her yıl Doğuş Bayramı’na hazırlanıyoruz. Her yıl 25 Aralık’ta Noel’i kutluyoruz. Her şey çok bildik, çok tanıdık. Aynı yoğunluk, aynı telaş, organizasyonlar, kilisede yapılacaklar, evde yapılacaklar… Buradan yola çıkarak biraz hikayeler üzerine düşünelim istiyorum. Hikâye sever misiniz? Hikâye dinlemeyi, hikâye okumayı sever misiniz? Ben dinlemekten çok okumayı seviyorum sanırım.
Hikayelerin pek çok ortak özelliği vardır. Bir başlangıçları vardır, gelişme kısmı, olaylar zinciri ve bir sonucu vardır. Aynı zamanda çok bildik şeyler anlatır bize. Oğlumdan bir örnek verecek olursam, okumayı öğrendikten sonra aynı hikayeleri tekrar tekrar okuduğunu hatırlıyorum. Elbette biz o zaman daha çok okusun diye yeni kitaplar alıp götürsek de, o kendi kendine bildiği tanıdığı hikayelere dönüyordu. Sonra bunun üzerinde düşündük, okulundaki psikologla da konuştuğumuzda her şey çok anlamlı hale geldi bizim için. Sürekli okuduğu o hikâyenin içinde kendini çok iyi ve güvende hissediyordu. Çünkü o tanıdık ve bildik bir ortamdı. Oradaki karakterler onun artık hayatının bir parçası gibi olmuştu. Arkadaşları gibi olmuştu. O yüzden yeniden o güvenli alana, ruhsal olarak kendini iyi hissettiği, orada bulunmaktan güven duyduğu yere dönmek istiyordu. O yüzden biz de bir şekilde bildik bir hikâyeye tekrar yeniden dönüyoruz.
Bizim için hikâye ne? Kendi hikayemizi düşünüyoruz bir taraftan. Nerede başladı? Nereye doğru gidiyor? İçinde hangi duraklar var? O hikâyenin içindeki olaylar zinciri ne? Güvenli, tanıdık bir yer mi? Yoksa o hikâyeyi hatırladığımızda endişe verici bir durum mu var bizim için? Hikâyede tekrar dönmek istemediğimiz, okumak istemediğimiz kısımlar var mı? Hikâyenin bir yerine mi odaklanıyoruz sadece? Dünyada bildiğimiz, bulduğumuz bütün hikayelerin üzerinde elbette Tanrı’nın bizim yaşam öykümüzü, gerçekliğimizi tarif eden ve kapsayıcı bir hikâyesi var. Bu, Tanrı’nın anlattığı hikaye. İnanalım ya da inanmayalım, bilelim ya da bilmeyelim Rab bir hikâyeyle anlatıyor her şeyi… Müthiş bir tutarlılık var, müthiş bir tamamlanmışlık var bu hikâyenin içinde. Bir başlangıcı var, olaylar zinciri var, doruk noktaları var ve bir sonu var.
Hikayelerimizin Tanrı’nın elinde nasıl geliştiğini, dönüştüğünü görüyoruz ve ne olursa olsun bizler Kutsal Kitap’ı bilen Tanrı’nın Söz’ünü Oğlunda açıkladığı Söz’ünü bilen çocukları olarak bu hikâye içinde olmayı seçiyoruz. Kendimizi huzursuz hissettiğimizde Kutsal Kitap’a dönüyoruz. Tekrar hatırlıyoruz Rab’bin hikayesini. Orada güven buluyoruz, O’na sığınıyoruz. Çünkü orası tutarlı, orada herhangi bir şaşırtmaca, aldatmaca yok. Tanrı’nın karakterini, kim olduğunu Tanrı kendi hikayesinde, Söz’ünde İsa Mesih’le bize veriyor. Logos, yani Tanrı’nın Söz’ü, O’nun bütün bilgisi ve “Tanrılığın bütün doluluğu bedence Mesih’te bulunuyor.” (Koloseliler 2:9)
Beytlehem’deki ilk Noel’i hatırlayabiliriz. O zaman Doğuş Bayram’ı olarak kutlanmıyordu elbette. Üstelik dünyasal koşullara baktığımızda zorluklarla dolu bir zamandı. Bu bilindik öyküye değil, ama 300’lü yıllarda Konstantin’in Roma İmparatorluğunun resmi dini olarak Hristiyanlığı kabul ettiği döneme baktığımızda Noel’in kutlanmaya başladığını görüyoruz. O zamanın baskın inancı olan putperestlik olan paganlığı Hristiyanlıkla tamamen kapamak istediğinden 25 Aralık Noel Bayram’ı olarak kutlanmaya başlıyor. Böylece bütün kilise geleneği, yüzyılların iman tanıklığı, daha pek çok kardeşin ve kilisenin tanıklığı ile birlikte biz de her yıl yeniden Mesih’in doğuşuna hazırlanıyoruz.
Zaman, Tanrı’nın ellerinin işi ve çok ilginç bir olgu. Üstelik bize verdiği iki türlü zaman var aslında. Grekçe’de iki kelime görüyoruz zamanla ilgili. Biri kronos, bu sözcükle içinde bulunduğumuz 24 saatlik zaman dilimini kastediyoruz. İkincisi ise Tanrı’nın kendi zamanı için kullandığı bir kelime, kairos. Tanrı’nın belirlediği zaman diyoruz buna. Bizim anladığımız zamandan çok farklı, çok özel bir zaman. Belirlenen zamanda Mesih doğuyor. Dolayısıyla Tanrı’nın normal, bu bizim içinde bulunduğumuz zamandan, başka bir zamanda, belirlenen zamanda Mesih dünyaya geliyor. O zaman aslında bu, hikâyenin dönüm noktası, doruk noktası oluyor. Olayların çok büyük bir değişim göstereceği zaman. Hayatımızda da böyle zamanlar hatırlayabiliriz. Tanrı’nın zamanı gelmiştir. O beklenen zaman gelmiştir ve o her neyse Rab’den beklentimiz, yerine gelmiştir ve biliriz ki bunun tek açıklayıcısı Tanrı’nın kendi elidir, kendi dokunuşudur.
Bizim algımızın gerçekten zorlandığı bir anlatıda bize doğuşu müjdeliyor Kutsal Kitap. İlkin daha Havva ile beraber, ilk verilen vaatte, Noel’i görüyoruz. Tanrı, Havva aracılığıyla. “Sen onun topuğuna saldıracaksın” diyor Havva’ya Yaratılış 3:15b’de. Bu hem kadının soyundan İsa’nın doğacağını müjdeliyor; ama aynı zamanda yine kadının soyunun, günahı, Şeytan’ı, kötülüğün bütün gücünü ezeceğini de söylüyor. Hem müthiş bir vaat, Tanrı’nın kendisinin dünyaya gelecek olması Oğlu aracılığıyla; ama aynı zamanda bize verdiği muazzam bir lütuf… Bunun yanı sıra doğuşun vaadinin kendisinde bizim kötülük üzerindeki yetkimiz var. Noel’e geldiğimizde bunu da hatırlıyoruz. Eski Antlaşma boyunca yüzden fazla peygamberlik okuyoruz. Sanki bir umudu anlatarak bir kuşaktan diğerine taşıyorlar. İsa’ya gelene kadar O’nun soyu içinde birçok kadın okuyoruz. Kuşaktan kuşağa bu vaat tazeleniyor. Rab sizinle olacak, İmanuel doğacak, zaman gelecek… İşte o kairos dediğimiz zaman geliyor ve hikâye devam ediyor. Yeni Antlaşma’yı okumaya başladığımızda Mesih Tanrı’nın doluluğu olarak aramıza doğuyor. Her yıl o zaman geldiğinde Tanrı bize bu bildiğimiz, kendimizi çok iyi hissettiğimiz hikâyenin içinde taptaze bir doluluk veriyor. Şu anda devam eden Mesih’in doğumu sürecinde bizler de doğuyoruz tekrar ve tekrar. Kilise geleneğinde bu 3 Advent olarak geçiyor. Biri ilki, Tanrı’nın vaadi ile birlikte Mesih’in doğuşu. İkincisi şimdi devam eden doğuşu; ama aynı zamanda bunu kutlarken bir sonraki doğuşuna da bakıyoruz. İsa’nın soy kütüğündeki kadınları hatırlıyoruz, Havva’dan Meryem’e kadar. Bunun içinde sıradan kullarıyla ilgilenen Tanrı’ya rastlıyoruz. Tamar, Rahav, Rut, Bat-Şeva gibi… Normalde bugün adını ansak kimsenin yanına yaklaşmak istemediği kadın hikayeleri bunlar; ama Tanrı her birinde vaadini yerine getirmek için devam ediyor.
Devamı gelecek…
Yazan: Senem Ekener